
Description
This working paper is prepared under the scope of the project Critical Peace Studies in Turkey
Bu metin, Türkiye'de Eleştirel Barış Çalışmaları Projesi kapsamında hazırlanmış olan çalışma raporudur.
Giriş
Savaş ve barış kavramlarının sistematik olarak ele alınması I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşir. Barış Çalışmaları, Çatışma Çözümü veya Barış ve Çatışma Çalışmaları gibi akademik disiplinlerin ortaya çıkması ise II. Dünya Savaşı sonrasındadır. Çatışmaların/uyuşmazlıkların çözümüne, savaşın nedenlerine, barışın nasıl sağlanabileceğine ve sürdürülebileceğine dair ilk çalışmalar genellikle her disiplinin kendi bakış açısından konuyu ele alması ile sınırlıdır. Ayrıca uzun zaman bu alandaki temel aktörler, devletler ve uluslararası örgütler olarak görülür. Bu da alana uzun süre güvenlik merkezli bir bakış açısının hâkim olmasına yol açar. Ancak artık günümüzde bu yaklaşım terkedilmeye başlanmış durumdadır. Eleştirel Barış Çalışmaları; barış kavramına, çatışmaların/uyuşmazlıkların çözümüne, barışın inşasına ve sürdürülebilir hale getirilmesine dair daha geniş, çok boyutlu, çok disiplinli ve devlet-merkezli olmayan çok aktörlü (yerel aktörlerin, toplumun farklı kesimlerinin, aydınların, Sivil Toplum Örgütlerinin (STÖ) ve bireylerin de dahil edildiği) bir yaklaşım sunar. Bu yaklaşım yeni bir barış kavramsallaştırması önerirken, barış inşasına dair de geleneksel, ana akım bakış açılarının dışında alternatif yollar ve stratejiler arar. Bu anlamda, Eleştirel Barış Çalışmaları klasik kuramsallaştırmaların aksine aşağıdan yukarıya örgütlenen, hiyerarşik olmayan bir bakış açısını savunur ve barışı sadece şiddetsizlik hali veya savaşın/çatışmanın olmaması olarak ele almaz. Adil ve eşit yaşam koşullarını, temel ihtiyaçlara erişimi, insan haklarının gereklerinin sağlanmasını da kapsar.
Barış kavramının felsefi kökenlerinin izi Antik Çağlardan, Aydınlanmaya, Vestfalya Barışı ve sonrasında uluslararası hukuktaki gelişmelere, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımdan iki savaş arası gelişmelere ve Soğuk Savaş’a değin pek çok döneme kadar sürülebilir. Ancak burada sadece idealist ve liberal ekollere ilham veren iki düşünür (Jean Jacques Rousseau ve Immanuel Kant) kısaca ele alınacak ve eleştirel yaklaşımlara geçmeden önce onların öncül kabul edildiği liberal barış teorisi yaklaşımının temel özellikleri anlatılacaktır.
Uzun süre alana hâkim olmuş liberal barış teorisine katkıda bulunan pek çok isim olmakla birlikte en çok atıf yapılan ve bu yaklaşımın öncüsü sayılan iki isim J. J. Rousseau ve I. Kant’tır. Rousseau savaş ve barışa dair düşüncelerini Abbé de Saint-Pierre’in Ebedi Barış Projesinin Özeti ve Ebedi Barış üzerine Yargı1 isimli eserlerinde ortaya koyar. İki çalışma arasında Rousseau’nun fikirlerinde belirli bir farklılık göze çarpsa da konuyla ilgili düşüncelerinin temel hatları bu iki çalışmada yer almaktadır. Özet’te Saint-Pierre’e atıfla bir Avrupa federasyonu yoluyla barışın nasıl gerçekleşebileceğini anlatırken, Yargı’da bunun bir hayal olduğunu ileri sürer.2 Rousseau’nun barış meselesine yaklaşımı literatüre en büyük katkılarından olan eşitlik, hak ve özgürlük ile ilgili tartışmalarına dayanır. Gerek toplum içindeki çatışma ve uyuşmazlıkların gerek devletler arasındaki savaşların kaynağını eşitsizlikte ve ortak çıkarların yerine tikel çıkarların koyulmasında görür.3 Bu eşitsizliğin kaynağında ise yükselen burjuvazi ve özel mülkiyet sahiplerinin çıkarları pahasına çoğunluğun çıkarlarının göz ardı edilmesi yatar. Bu anlamda Marx ve Engels’in yaklaşımının Rousseau’nun yaklaşımı ile bir paralellik gösterdiği ileri sürülür.4 Rousseau, savaşı devletler arası bir durum olarak tanımlar ve mevcut devletler sisteminin —devletler demokratik rejimlerle yönetilseler bile— savaşları önlemesi mümkün değildir. Ona göre; “Dış düşmanlara karşı koruma adı altında zengin fakiri kandırmakta, savaşlar toplumsal eşitsizliği ve insanın zincirlerini devam ettirmenin aracı olmaktadır. Devletler arasındaki güvensizlik, tiranlık ve toplumsal eşitsizlik birbirlerini desteklemektedir. (…) Devletler uluslararası toplumdan kendilerini yalıtsalar bile, devletler sisteminin dinamiğinden kopamazlar.”5 Rousseau bahsi geçen devletler sisteminde barışı sağlamak için ikinci bir Sözleşme öngörmez. Bu sistemin dinamikleri itibariyle zaten barışa izin vermediğini belirttikten sonra barışın koşulu olarak küçük (böylece toplumun karar süreçlerine katılımı sağlanabilecekti), kendi kendine yeten (bunun için tarım toplumunu savunur), adil, eşitsizliğin olmadığı, “ahlaki amaçlar” ve “ortak iyiye” yönelen ulus devletleri görür.6
Rousseau’nun savaşa ve barışa dair görüşleri literatürde bazen realist, bazen moralist veya idealist olarak değerlendirilir. Bunun nedeni bu konudaki yazılarının yer yer birbiriyle tutarsız oluşudur. Ancak barış kavramına eşitlik, bağımsızlık ve adalet temelinde bakmasıyla ve barışın ön koşulu olarak eşit ve adil toplumların inşa edilmesi gerektiğini savunmasıyla hem adalet olarak barış kavramına hem de Marx ve Engels’in eşitlikçi özgürlük kavrayışına öncülük eder.
Klasik barış çalışmalarında ve tartışmalarında en bilinen ve en çok atıf yapılan düşünür Kant ve onun Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme7 başlıklı eseridir. Kant’ın bu çalışması liberal demokratik barış teorisinin çıkış noktasını oluşturur. Kant’ın cumhuriyet rejimiyle yönetilen devletlerin kendi aralarında savaşmayacağı temel tezi, daha sonra gelen liberal ekol tarafından ileri sürülen demokratik rejimlerin birbirleriyle savaşmayacağı tezine kaynaklık eder. Bu bir yandan liberal demokrasi savunusunu getirirken, diğer yandan demokratik olmadığı düşünülen ülkelere müdahalelerin önünü açar. Kant’ın toplumsal yaşamın ahlaki yasalar ile iyileştirilebileceğine ve insan aklına dair iyimser görüşleri onun savaşa ve barışın nasıl sağlanabileceğine ilişkin düşüncelerini de şekillendirir.8 Dolayısıyla Kant birtakım hukuki kurallar ve antlaşmalar yoluyla savaşın engellenebileceğine karşı çıkar, savaşın akıl yoluyla alınan iradi bir karar olduğunu vurgular ve “savaşın ahlaken kabul edilemezliğini ön plana almadan hiçbir konfederasyon”un savaşı engelleyemeyeceğini belirtir.9 Başka bir deyişle çalışmalarında detaylı bir şekilde analiz ettiği barış, Kant için ahlaki bir yükümlülüktür.10
Kant Ebedi Barış’ta barış konusunda üç noktaya vurgu yapar. Birinci (ve daha sonra çokça eleştirilen) nokta iç hukuka ilişkindir ve her devletin cumhuriyetçi olmasını savunur. Kant cumhuriyetle idare edilen devletlerin birbirleriyle savaşma olasılıklarının daha düşük olduğunu ileri sürer. İkinci nokta uluslararası hukuka ilişkindir ve devletlerin egemenliği, iç işlerine müdahale etmeme, vb. ilkeleri kapsayan özgür devletlerin federasyonuna dayalı bir sistem öngörür. Üçüncü nokta ise kozmopolit hukuktur ve kozmopolit bir vatandaşlığa dayalı, kozmopolit hak ve evrensel misafirlik kuralları ile sınırlıdır. Bu aşamada Kant devletler ve insanlar arasında gelişecek olan ticari ilişkilerin barışa katkı sunacağını savunur.11
Kant’ın görüşleri tam da bu çalışmanın temel konusu olan Eleştirel Barış Çalışmalarının eleştirdiği barış çalışmaları yaklaşımına kaynaklık eder. Liberal demokratik barış teorisi Kant’tan yola çıkarak, liberal demokrasilerin üstünlüğünü ve liberal demokratik devletlerin savaşmayacağını savunur. Liberal demokratik devletlerin oluşturacağı uluslararası örgütlerin ve toplumun barışın güvencesi olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşım farklı yönetim biçimlerini reddetmekle kalmaz, aynı zamanda demokrasi ihracı adı altında farklı ülkelere müdahalenin önünü de açar. Ayrıca yine liberal demokrasilerin, liberal demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerle çeşitli gerekçelerle savaşmasında da bir sorun görmez.12
Bir dünya barışının nasıl sağlanabileceğine dair tartışmalar, özellikle I. Dünya Savaşı sonrası yeniden canlanır. Bu dönemde ise öne çıkan isim ünlü 14 ilkesiyle Woodrow Wilson’dur. Savaşın sona ermesinden kısa bir süre önce 14 ilkeden oluşan “Dünya barışı programını” açıklar.13 Wilson İlkeleri’nin “ilk beş maddesi yeni dünya düzeninde geçerli olması gereken temel prensipleri, altıncı maddesi Rusya topraklarından çekilme zorunluluğunu, yedinciden on üçüncüye kadar olanlar savaş sonrası ülke sınırlarının belirlenme şartlarını, on dördüncüsü ise ulusal egemenlik ve toprak bütünlüklerini güvence altına alacak bir uluslararası örgütün kurulması önerisini” kapsar.14 Wilson’un yaklaşımı pek çok anlamda Kantçı yaklaşımla devamlılık gösterir. Barış için bir uluslararası örgüte duyulan ihtiyaç Kant’ta olduğu gibi Wilson’da da vardır. Ayrıca Wilson, Kant’ın barışa ahlaki bir yükümlülük olarak bakmasına benzer biçimde bir ahlaki görev vurgusunu demokrasi için yapar ve demokrasiyle yönetilen ülkelerin “daha istikrarlı, daha müreffeh, daha barışçı ve halkın desteğine bağlı olmak hasebiyle daha güvenilir ve sağlam muhataplar” oluşturacağını ileri sürer.15
Wilson İlkeleri’nin en somut yanı, her ne kadar başarılı olmasa da barış adına bir uluslararası örgüt olarak Milletler Cemiyeti’nin kurulmasını öngörmesidir. Öte yandan hem serbest ticaretin, sosyo-ekonomik ilişkilerin ve iş birliğinin geliştirilmesinin hem de uluslararası hukuk ve barış amaçlı kurulan uluslararası kuruluşların uluslararası toplumun üyelerinin kendi aralarındaki bağları ve dolayısıyla barışı geliştireceği savı, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler ve bir dizi uluslararası kuruluşa ve bölgesel oluşuma ilham verir. Bütün bunlar “ilk kez Wilson tarafından önerilen ortak güvenlik kavramı olup, silahsızlanma ve silahların kontrolü, self-determinasyon ve denizlerde seyrüsefer serbestliğine dayalı bir barış sistemidir.”16
Özellikle Soğuk Savaş sonrası Amerika merkezli tek kutuplu dünya düzeni ve NATO’nun (North Atlantic Treaty Organization - Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) yeniden yapılandırılması Yeni-Wilsonculuk yaklaşımını gündeme getirir. Liberal demokratik yaklaşım çerçevesinde Yeni-Wilsonculuk, Soğuk Savaş sonrası insani müdahale, koruma sorumluluğu, barış inşası gibi yeni kavramları ve yeni uluslararası mekanizmaları devreye sokar. Ancak bu kavramlar temelinde yapılan çeşitli müdahalelerin sonuçları (Kosova, Bosna, Irak, Libya, vb.), Yeni-Wilsonculuk yaklaşımının ve aslında devletler düzeyinde, yerel aktörleri ve dinamikleri hiçe sayan, çatışmalara dışardan ve üstten bir bakışla yaklaşan ve rejim ihraç eden liberal demokratik yaklaşımın barışı sağlamaktan ve barışı sürdürecek mekanizmaları yaratmaktan uzak olduğunu ortaya koyar. Bu yaklaşımın dünyanın çeşitli bölgelerindeki çatışma ve savaşlara kalıcı bir çözüm getiremediği kısa sürede anlaşılınca Barış Çalışmaları ayrı bir alan olarak gelişme gösterir.17
Bu çalışmada öncelikle Barış Çalışmaları alanının kurucularından kabul edilen ve alana hem pratik hem teorik katkılar sunan Johan Galtung’un yaklaşımı ele alınacaktır. Daha sonra çatışma ve çatışma çözümü kavramları farklı kuramcıların yaklaşımları çerçevesinde değerlendirilerek, çatışma çözümü ve barış inşasında sırasıyla sivil toplumun rolü, adalet olgusu ve toplumsal cinsiyet perspektifinin önemine değinilecektir. Son olarak da Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları alanı değerlendirilecek ve Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütlerinin rolü, adalet olgusunun önemi ve yine Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları alanında kadınların ve LGBTQİ+’ların oynadığı rol ele alınacaktır.
Barış Çalışmaları: Johan Galtung
Johan Galtung Barış Çalışmaları alanının kurucusu kabul edilir. Galtung’un kurucusu olmanın yanı sıra alana pek çok katkısı vardır. Her şeyden önce Barış Çalışmalarına disiplinlerarası bir bakış kazandırarak çatışmaların çözümüne dair pratik, işlevsel bir yaklaşım ortaya koyar. Türkiye dahil dünyanın pek çok yerindeki çatışmalarda arabuluculuk rolü üstlenerek barışa pratik katkılarda da bulunur. Galtung, 1959 yılında dünyada içinde barış geçen ilk araştırma enstitüsü olan Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün de kurucusudur. Ayrıca Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın yürüttüğü barış misyonlarında da görevler almıştır.
Galtung’un Barış Çalışmalarına ciddi teorik katkıları vardır. Şiddetin türleri, negatif ve pozitif barış tanımları ve çatışmaları dönüştürmeye yönelik geliştirdiği yaklaşım alana en büyük katkıları arasındadır. Ona göre barışı tanımlarken önce şiddeti tanımlamak gerekir. Şiddet “zarar verme ve/ya incitme” demektir.18 Daha geniş bir tanımla, “şiddet, insanın temel ihtiyaçlarına yönelik kaçınılabilir herhangi bir saldırıdır. İnsanların temel ihtiyaçları ise hayatta kalma, varlığını sürdürme, özgürlük ve kimlik şeklinde sıralanabilir.”19 Bu basit ilk tanımdan yola çıkan Galtung şiddetin türlerini ortaya koyar. Şiddet fiziksel olduğu gibi psikolojik de olabilir. Aynı şekilde şiddetin özne ve nesnesine göre doğrudan ve dolaylı yani kişisel ve yapısal da olabilir.20 Galtung şiddeti doğal, doğrudan, yapısal veya dolaylı, kültürel ve zamansal olmak üzere beşe ayırır. Doğal şiddet doğadan kaynaklı ve plansızdır. Doğrudan şiddet planlı ve bireysel veya kolektif hareket eden bireyler tarafından uygulanan şiddettir. Sözlü veya fiziksel olabilir, bedene, zihne veya ruha zarar verebilir. Yapısal veya dolaylı şiddette şiddeti gerçekleştiren aktör açık değildir yani aktör aslında yapı içinde gizlenmiş durumdadır. Bu şiddet türü politik, baskıcı, ekonomik ve sömürücüdür. Kültürel şiddet ise doğrudan ve yapısal şiddeti meşrulaştırmaya hizmet eden şiddettir. İçerik olarak din, hukuk ve ideoloji, dil, sanat ve bilimi kapsarken, okullar, üniversiteler ve medya gibi taşıyıcılar ile işler. Zamansal şiddet ise gelecek nesillere aktarılan negatif etkilerdir. En uç durumu yaşamın artık yeniden üretilebilir yani sürdürülebilir olmamasıdır.21 Galtung özellikle doğrudan, yapısal ve kültürel şiddet arasındaki karşılıklı ve birbirini besleyen ilişki üzerinde durur. Barışı sağlamak için bu üç şiddet türü arasındaki ilişkinin kavranması gereklidir.
Bununla birlikte Galtung’un şiddet yaklaşımına çeşitli eleştiriler getirilmiştir. Coady, Galtung’un şiddet tanımının çok geniş olduğunu ve bu durumun “şiddetin eşitsizlik, baskı ve yabancılaşma gibi durumlardan ayırt edilmesini zorlaştırdığını” belirtir.22 Parsons ise Galtung’un yapısal şiddet tanımının “baskıcı rejimler karşısında sosyal ve politik adaleti elde etmek için şiddetin gerekli olduğu farklı durumları göz ardı” ettiğini ileri sürer.23
Galtung şiddet türlerinden yola çıkarak, negatif ve pozitif olmak üzere barışı tanımlar. Negatif barış şiddetin hiçbir türünün olmamasıdır.24 Ancak pozitif barış, negatif barışa göre daha kapsamlıdır. Galtung, pozitif barışı da şiddet türleri gibi beş başlıkta ele alır: Doğal barış, doğrudan pozitif barış, yapısal pozitif barış, kültürel pozitif barış ve zaman. Doğal barış, türlerin birbirleriyle mücadele etmek yerine iş birliği yapmasıdır. Doğrudan pozitif barış Kendi ve Diğerinin bedenine, zihnine, ruhuna iyi gelen, sözlü ve fiziksel iyiliklerden oluşur. Hayatta kalma, esenlik, özgürlük ve kimlik gibi temel ihtiyaçlara hitap eder. Yapısal pozitif barış ise baskı yerine özgürlüğün, sömürü yerine eşitliğin sağlanması ve bunun nüfuz ederek değil diyalogla, bölünme yerine entegrasyonla, parçalanma yerine dayanışmayla ve ötekileştirme yerine katılımla güçlendirilmesidir. Kültürel pozitif barış şiddetin meşrulaştırılmasının yerine barışın meşrulaştırılmasını koyar; dinde, hukukta ve ideolojide, dilde, sanat ve bilimde, okullarda, üniversitelerde ve medyada pozitif bir barış kültürü inşa eder. Son olarak zaman, herhangi bir sistemin içinde hareket ettiği ortam veya geçtiği süreçtir. Daha açık bir ifadeyle şiddetin veya barışın zamansal boyutu anlamında çok yavaş ilerleyen bir barış sürecine veya çok hızlı ilerleyen bir şiddet sürecine ya da kötü koordine edilmiş süreçlere atıf yapar. Galtung’a göre “şiddetin her türü şiddetin her türünü besler”ken, “barışın her türü barışın her türünü besler” ve “pozitif barış şiddete karşı en iyi korumadır.”25
Şiddet ve barış türlerini sistematik hale getirerek analiz eden Galtung özellikle militarizme; doğaya karşı doğrudan bir şiddet olarak ekoloji ve eko-krize; doğrudan veya yapısal barış veya şiddeti/savaşı meşrulaştırabilen veya meşrulaştıramayan kültür gibi bir dizi hukuki kuralların kurumsallaşması anlamında demokrasiye ve tepede erkeklerin ve daha aşağıda kadınların olduğu, belirli kültürel örüntülerle meşrulaştırılan, kadınlara yönelik sayısız şiddet biçimini içeren yapısal bir şiddet olarak patriyarkaya dikkat çeker.26
Galtung’un şiddet ve barış türlerine dair kavramsallaştırması onun barış inşası kavramına temel oluşturur. Barış inşası, barışın sağlanması ve barışın korunmasından ayrı düşünülmemelidir. Galtung barış inşası ile “yapısal şiddetin yarattığı sorunları ortadan kaldırmanın ve negatif barışın değil, pozitif barışın hedeflenmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu niteliği ile barışı inşa, sürdürülebilir barışın sağlanması amacıyla yapılacak tüm faaliyetleri içeren geniş bir içerik kazanmaktadır.”27 Ona göre bu noktada barışa giden yol, çatışmaların dönüştürülerek çözülmesinden geçer.28
Çatışma ve Çatışma Çözümü
Çatışmaya ve çatışma çözümüne dair farklı yaklaşımlar olsa da genel olarak çatışmanın kaçınılmaz bir insan olgusu olduğu kabul edilir. Bu alanda çalışan farklı akademisyenler/düşünürler farklı çatışma tanımları ve çatışma çözümü için farklı stratejiler önerir. Ancak Eleştirel Barış Çalışmaları anlamında hepsinin ortaklaştığı belli noktalar (aktörlerin çeşitliliği, hiyerarşik olmayan yaklaşım, kapsayıcılık, vs.) olduğu belirtilmelidir. Bu anlamda Kenneth Cloke’un çatışma tanımı oldukça kapsayıcıdır ve Cloke pek çok alternatif çatışma tanımı önerir. Bunlar arasında şunlar sıralanabilir:29
“Çatışma, bir sınır ihlalini, kendi bütünlüğümüze veya başkalarının kişisel alanına değer vermemeyi veya onu tanımamayı temsil eder.”
“Çatışma, dinleme eksikliğini, bir başkasının söylediklerinin inceliğini takdir etmemeyi temsil eder.”
“Çatışma, ne hissettiğimizi, düşündüğümüzü veya ne istediğimizi söylemede beceri, etkinlik veya netlik olmamasını temsil eder.”
“Çatışma, yeni bir paradigmanın sesi, kullanışlılığını yitirmiş bir sistemdeki değişim talebidir.”
“Çatışma, genellikle, birlik, denge ve simbiyoz yaratmada kutupluluğun temel rolünü görmezden gelen, farklılığın, çeşitliliğin ve karşıtlığın endişeli bir yorumudur.”
Galtung30 çatışmaların dönüştürülerek çözülmesi için aşma (transcend) yöntemini önerirken, Lederach31 barış inşasının çatışma dönüşümü ile gerçekleşeceğini belirtirken uzlaşma kavramını tercih eder ve barış inşasının çatışma dönüşümü yoluyla gerçekleştirilebileceğini ifade eder. Dietrich ise geliştirdiği çoklu barışlar ve transrasyonel barış kuramsallaştırmalarından yola çıkarak açığa çıkartıcı çatışma dönüşümü kavramını kullanır.32 Burton ise çatışmalarda şiddetin rolüne dikkat çeker. Burton’a göre çatışmanın temelinde, insanların pazarlık konusu yapılamayacak birtakım ihtiyaçlarının (güvenlik, tanınma, kimlik, vb.) karşılanmaması durumunda insanların bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere başvurdukları şiddet yatar.33
Galtung çatışmayı kişilerarası düzeyde (mikro çatışmalar), toplumsal düzeyde (meso çatışmalar), uluslararası nitelikli (makro çatışmalar) ve bölgeler ve medeniyetler arası (mega çatışmalar olarak dörde ayırır.34 Çatışmanın temelinde ise aktörlerin birbirleriyle uyuşmayan amaçlarının yattığını belirtir.35 Bireyler veya devletler arasındaki bu amaç/çıkar farklılığı bir karşıtlığa ve karşıtlık da birbirlerine yönelik bir tutum takınmaya yöneltir. Bu tutumlar ise saldırganlık, şiddet gibi davranışlara dönüşür. Sonuçta “ortaya çıkan şiddet ve nefret sarmalı çatışma haline döner.”36 Galtung’un analizinde bütün kavramlar birbiri ile ilişki içerisinde olduğundan çatışmayı anlamak ve dönüştürmek için aktörleri ve amaçları da anlamak ve analiz etmek gerekir.
Galtung çatışmaların 3 aşamalı bir yaşam döngüsü olduğunu belirtir: Şiddetten önceki aşama, şiddet aşaması ve şiddetten sonraki aşama. I. aşamada açıktan şiddet olmasa bile bir çatışma vardır. Şiddeti besleyen yapı ve kültür (milliyetçi önyargılar, cinsiyetçi kültürel normlar, vb.) her an bir şiddetin açığa çıkmasına yol açabilir. II. aşamada ise var olan çatışma bir şiddete dönüşür ve bu aşamada yapılacak ilk şey şiddeti durdurmaktır. Şiddeti ortadan kaldırmak için barışçıl araçlar kullanılmalıdır. III. aşama ise şiddetin sonlandırılmasından sonra yapılacakları kapsar. Bu aşama şiddet öncesi aşamadan daha karmaşıktır çünkü düşmanlıklar, kayıplar ve intikam duyguları vardır. Bu durum insanları, kültürleri ve yapıyı şiddete daha meyilli hale getirebilir. Dolayısıyla bu aşamadaki görevler yeniden inşa, taraflar arasında uzlaşmanın sağlanması ve çatışmanın altında yatan meselenin çözümüdür.37
Galtung çatışmaları çözmek için dönüştürmenin önemine vurgu yapar. Bunu da yukarıda belirtildiği gibi, aşma (transcend) yöntemi ile yapmak gerektiğini belirtir. Aşma yöntemi, çatışmanın yukarıda belirtilen bütün düzeylerinde uygulanabilecek bir yöntemdir. Çatışan taraflar genellikle “ya hep ya hiç” tuzağına düşerler. Halbuki tarafların her birinin isteklerini içeren bir üst düzeye yani “hem-hem de” düzeyine ulaşılabilir. Galtung’un aşma yönteminin ana fikri burada yatar.38 Kendi amaçlarını gerçekleştirmek isteyen taraflar arasındaki bir çatışmada beş sonuç olabilir:39
Mücadele süreci sonunda taraflardan birinin veya diğerinin zaferi,
Erteleme süreci sonunda taraflardan herhangi birini tatmin edecek bir sonucun olmaması yani berabere,
Müzakere süreci sonucunda her iki tarafın da ödün verdiği uzlaşma,
Diyalog süreci sonucunda her iki tarafın da kazandığı aşma.
Galtung zafer sözcüğüne olumsuz bir anlam atfeder. Çünkü bir tarafın zaferi diğer tarafın kaybetmesi anlamına gelir ki bu da çatışmanın yeniden alevlenmesine neden olabilir. Bu nedenle bir çatışmayı dönüştürmenin en iyi yolu her iki tarafı da tatmin edecek olan, kimsenin tek başına zaferiyle sonuçlanmayan, “hem-hem de” anlamındaki aşma yöntemidir. Böylece çatışmanın altında yatan nedenler de çözülmüş olur.40
Galtung’un yapmış olduğuna benzer bir şekilde Morton Deutsch da geliştirdiği çatışma çözümü teorisinde, çatışan tarafların iş birliği ve rekabet tercihleri arasında bir kıyaslamaya gider. Çatışan taraflar arasında belli bir ölçüde bağımlılık (taraflardan birinin diğerine, iki tarafın birbirine bağımlılığı veya karşılıklı ama asimetrik bir bağımlılık) olduğunu ileri sürer. Zaten taraflar birbirlerinden tamamen bağımsız olsalar çatışma olmaz. Dolayısıyla çatışma tarafların çözmesi gereken müşterek bir sorundur. Deutsch, bu noktada taraflardan birinin kazanıp, diğerinin kaybedeceği rekabettense her iki tarafın da kazanacağı bir iş birliği yöntemi önerir. Çünkü aslında taraflardan birinin kazanıp diğerinin kaybedeceği bir mücadele veya rekabet genellikle iki tarafın da kaybetmesiyle sonuçlanır.41 Bu anlamda çatışma çözümünde iş birliği temelinde yapıcı bir sürecin mi yoksa rekabet temelinde yıkıcı bir sürecin mi işletildiği önem kazanır (Deutsch, bütün rekabetlerin olumsuz olmadığını ayrıca belirtir). Belirli bir çatışmaya müdahale etmek, yapıcı bir süreç işletebilmek adına, çatışan taraflar, onların sosyal bağlamı, arzuları, çatışma yönelimleri, sosyal normlar, vs. hakkında birtakım bilgilerin yanı sıra bazı becerileri gerektirir. Bir çatışmanın çözümünde iş birliği ya da kazan-kazan yönelimini geliştirmek sosyal desteğin olduğu durumlarda daha kolaydır. Düşman bir ortamda bu sosyal desteği sağlamak ise bahsedilen becerilerle mümkün olabilir.42 Deutsch ayrıca, bütün bu sürecin merkezinde çatışmanın, ortak iş birliği çabalarıyla çözülmesi gereken ortak bir sorun olarak yeniden çerçevelenmesinin yer aldığını belirtir. Yapıcı çatışma çözümünün temelinde yatan değerler ise karşılıklılık, insanların eşitliği, ortak topluluk, yanılma payı ve şiddetsizliktir.43 Deutsch iş birliğine dayalı çatışma çözümü için tarafların ve arabulucuların eğitiminin önemine de dikkat çeker. Eğitim sadece çatışma çözümü öncesi veya sırasında değil sonrasında devam etmesi gereken bir süreçtir.
Çatışmaların nasıl çözüleceği ve sürdürülebilir uzlaşmanın nasıl sağlanabileceği üzerine bir diğer yaklaşım ise John Paul Lederach tarafından geliştirilmiştir. Lederach hem Protestanlık felsefesinden beslenen teorik yaklaşımı hem de sahada çatışma çözümünde aldığı rollerle alana katkı yapar. Teorik yaklaşımının temelinde Hristiyanlık pasifizmi ve şiddetsizlik yer alır. Parçalanmış toplumlarda (özellikle farklı inanç ve kültür temelli olarak) barışın ve sürdürülebilir bir uzlaşmanın inşasının yollarını arar. Lederach toplumsal çatışmaların altında yatan düşman imgesine ve biz-onlar ayrımına dikkat çeker. Düşman imgesini besleyen derin ve uzun dönemli korku ve doğrudan şiddet deneyimi olduğunda, insanların aşırı kırılgan ve manipülasyona daha açık olduklarını belirtir.44 Çatışan grupların yakın coğrafyalarda yaşadığına, bazen kuşaklar boyunca aktarılan düşman olarak algıladıkları kişilerle ilişkilendirdikleri doğrudan şiddet travmasına sahip olduklarına, komşu olmalarına rağmen paradoksal bir şekilde uzun süreli bir düşman etkileşimi sarmalına hapsolduklarına işaret eder. Dolayısıyla çatışmalar kökleşmiş, yoğun kin, korku ve ciddi kalıp yargılara dayanır.45 Bu yüzden barış inşasının merkezinde uzlaşma yer almalıdır. Uzlaşma ise “ilişkilerin onarılması ve yeniden inşası”na dayanır.46 Bu noktada Lederach, hakikat, merhamet, adalet ve barışa vurgu yapar:
“Lederach’a göre uzlaşma (reconciliation) çabası, hakikat, merhamet, adalet ve barış (truth, mercy, justice and peace) kavramları çerçevesinde gelişir. Hakikat, hatalı davranışlarda bulunulduğunun kabul edilmesi; merhamet, kabullenme, yas tutma ve yeni bir başlangıca razı olma; adalet, toplumsal yeniden yapılanma için birey ve topluluk haklarına saygı gösterilmesini; barış ise güven ve güvenlik hissi, karşılıklı bağımlılık ve ahenk ihtiyacını ortaya koyacaktır.”47
Uzlaşma hem geçmişi hem de geleceği ilgilendiren bir yüzleşme noktasını simgeler. Dolayısıyla uzlaşma için insanların hem kendileriyle hem de düşmanlarıyla, umutlarıyla ve korkularıyla yüzleşmenin yollarını bulmaları gerekir.48 Uzlaşmaya dayanan çatışma dönüşümünün sorunların çözümünün ötesinde bir kavram olarak anlaşılması gerekir. Çatışma çözümü kişisel, ilişkisel, yapısal ve kültürel olmak üzere dört boyutta değişimle gerçekleşir.49 Bu yüzden de toplumun geniş kesimlerini sürece dahil etmek hedeflenmelidir. Barış inşası uygulayıcısının, tarafların bunları yapabilmesi için onları birbirleriyle konuşmaya ve birbirlerini dinlemeye ikna etmesi gerekir. Buradan bir sonuç alınmadığı durumlarda bir tanıklar grubunu görüşmelere dahil etmelidir. Eğer bu da işe yaramazsa, tarafların “eşit derecede saygı duyduğu” bir kurum görüşme süreçlerine dahil edilmelidir.50 Bu anlamda barış inşasının bir süreç olduğu ve uzun zamana yayılacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
Lederach’ın sürece yayılmış, toplumun geniş kesimlerini kapsayan, uzlaşı temelli, çatışmaları dönüştürerek barışı inşa etme anlayışında aktörler önemli yer tutar. Lederach bu hedefe ulaşmak için bir piramit modeli sunar. Piramidin bir tarafında aktörler yer alırken diğer tarafında barış inşası yaklaşımları yer alır. Aktörler üç düzeyde ele alınır. Piramidin en tepesinden başlayarak birinci düzeyinde yüksek görünürlüğü olan askeri, politik, dini liderler olmak üzere tepedeki liderler; ikinci düzeyinde farklı kesimlerde saygı duyulan liderler, etnik/dini liderler, akademisyenler, entelektüeller, STÖ liderleri olmak üzere orta seviyedeki liderler; üçüncü düzeyinde ise yerel liderler, yerli STÖ liderleri, topluluk liderleri, yerel sağlık görevlileri, mülteci kamplarının liderleri olmak üzere toplumun tabanındaki liderler yer alır. Bu üç aktör düzeyine karşılık gelecek şekilde barış inşası yaklaşımının birinci düzeyinde ise üst düzey müzakerelere odaklanma, ateşkesi sağlamaya önem verme, görünürlüğü yüksek, tek bir arabulucunun varlığı; ikinci düzeyinde sorun çözme atölyeleri, çatışma çözme eğitimleri, barış komisyonları, içerden taraf olan ekipler; üçüncü düzeyinde yerel barış komisyonları, taban eğitimleri, önyargıların azaltılması, savaş sonrası travmalarda psiko-sosyal çalışmalar yer alır.51 Lederach’ın bu yaklaşımına göre piramidin aşağısına doğru inildikçe sürecin kapsadığı ve etkilediği nüfus artar. Diğer bir deyişle Lederach tabana yayılan bir çatışma dönüşümü ve barış inşası modeli önerir. Aşağıda bir örneği yer alan bu model52 aynı zamanda çatışma çözümü ve barış inşasında STÖ ve yerel aktörlerin rolünü ortaya koyması açısından da önemlidir.
Çatışma Çözümü ve Barış İnşasında Sivil Toplumun Rolü
Çatışma çözümü ve barış inşası süreçlerinde uluslararası inisiyatiflerin ve yukarıdan aşağıya inşa edilen süreçlerin kalıcı bir barış süreci ortaya koyamadığı, çatışmaların bir süre sonra yeniden canlandığı pek çok örnekte görülmüştür. Uluslararası inisiyatiflerin yürüttüğü barış süreçleri belirli antlaşmalar yoluyla bir ateşkes veya barış ortamı sağlasa bile şiddet içeren çatışmalarda mağduriyetlerin giderilmesine duyulan ihtiyacın kavranmasında başarısız olmakta, barış için dışardan birtakım reçeteler dayatan stratejiler önermekte ve dışlayıcı bir karar alma mekanizması izleyerek politik hiyerarşiye başvurmaktadır.53 Yukarıda kısaca özetlenen bu konudaki literatür tam da bu yüzden tabana yayılan, toplumun önde gelen isimlerinin dahil edildiği bir toplumsal uzlaşma ve çatışma dönüşümü modeli arayışına girmiştir. Bu noktada STÖ’lere önemli bir rol atfedilir. Resmi süreçlerin yanında yürütülen STÖ’lerin ve yerel aktörlerin dahil edildiği gayrı resmi diplomasi olarak da adlandırılan bu süreç, resmi diplomasinin özellikle ciddi şiddet eylemlerinin gerçekleştiği çatışmalarda askeri çözümden öteye geçmeyen yaklaşımını aşmayı ve mağduriyetlerin gerçekten onarılarak, çatışmaların kökenine inilerek kalıcı barışın inşasını hedefler. Bu anlamda şiddet içeren çatışmalarda, asıl barış inşası süreci ateşkesin sağlanmasından sonra başlar. Bu aşamada ise en büyük rol toplumun çatışan kesimlerini bir araya getirerek travmaları iyileştirecek, var olan kalıp yargıların üzerine gidecek ve kalıcı barış ve uzlaşmanın yaratılması için gereken diğer çalışmaları yapacak STÖ’lere, topluluk liderlerine, aydınlara, akademisyenlere, kısaca toplumun en geniş kesimine ulaşabilecek olan kişi ve kuruluşlara düşmektedir.
Kalıcı bir çatışma çözümü ve barış süreci için yereldeki insanların barış inisiyatiflerini sahiplenmeleri ve dışardan sürece müdahil olanlar çekildiğinde yapılan değişiklikleri yürütmeye devam etmeleri gerekir. Hepsinin ötesinde yereldeki insanlar sürecin asıl aktörleridir ve sürecin gerçek bilgisine de onlar sahiptir. Dolayısıyla en başından itibaren sürece dışardan dahil olan insanlar ve/ya kuruluşlar bütün süreci yereldeki aktörlerle birlikte yürütmelidir. Bu süreç “büyük bir güven, ağ oluşturma ve uzun vadeli yükümlülükler” gerektirir ve “inanç, disiplin ve sabra” dayanır.54 Uzun vadeli, kalıp yargılar ve travmalarla örülü bu süreçte tarafların üzerinde mutabık kalacağı STÖ’lerin ve arabulucuların önemi büyüktür.
Paffenholz sivil toplumun “genellikle, devlet, aile ve piyasadan farklı olarak ortak çıkarlar, amaçlar ve değerler etrafında kurumsal nitelikte gönüllü, kolektif eylemlerin alanı olarak” anlaşıldığını belirtir.55 Sivil toplum geniş ve çeşitli gönüllü örgütlerden oluşur, sırf özel ve ekonomik çıkarlarla güdülenmemiştir, özerktir ve kamusal alanda etkileşim gösterir. Özel çıkar grupları, inanç temelli örgütler, geleneksel ve topluluk grupları, araştırmacılar ve araştırma enstitüleri, insani veya kalkınma hizmeti sağlayan örgütler, insan hakları ve savunuculuk faaliyeti yürüten örgütler, çatışma çözümü ve barış inşası için çalışan Sivil Toplum Örgütleri ve Uluslararası Sivil Toplum Örgütleri, sosyal ve politik hareketler, ticari örgütlenmeler ve ağlar sivil toplum aktörleri kategorileri arasında sayılabilir.56 Paffenholz sivil toplumun barış inşasına katkısını koruma, izleme, savunuculuk, sosyal uyum/toplumsallaştırma, gruplar arası uyum, kolaylaştırıcılık ve arabuluculuk, hizmet sağlayıcılık olarak sınıflandırır.57
Democratic Progress Institute (DPI) de 2013 yılında yayımladığı A Pot Pourri of Civil Society Action for Conflict Transformation and Peacebuilding başlıklı raporunda Kuzey İrlanda örneğinden yola çıkarak farklı bölgelerde barış inşası ve çatışma dönüşümü için uygulanabilecek bir ilkeler bütünü ortaya koyar:58
“Toplumun her düzeyinden —ama özellikle şiddetli çatışmalardan en çok etkilenen topluluklar ve bölgelerdeki— insanlara umutlarını, korkularını ve deneyimlerini ifade etme fırsatı sağlama gerekliliği
İnsanlara seslerini duyurabilecekleri güvenli alanlar yaratma gerekliliği
Kadınlar, gençler, toplumdaki azınlık grupları gibi genellikle ötekileştirilmiş veya susturulmuş grupları dinlemenin önemi
Şiddete karışan/şiddete maruz kalan kişilerin —şiddet mağdurları/şiddetten kurtulanlar; siyasi mahkumlar ve aileleri; eski savaşçılar; yerinden edilmiş topluluklar— ifadelerini kapsama gerekliliği
Toplulukları kendi sözleri, sanat biçimleri ve dillerinde dinlemenin önemi
Hem Sivil Toplum Örgütlerinin hem de topluluk temelli örgütlerin çeşitli olduğunun kabul edilmesi ve farklı bakış açılarının ifade edilme hakkının tanınması”
Çatışmaların çözümü ve barış inşa süreçlerinde STÖ’lerin ve yerel aktörlerin rolü üzerine yapılan pek çok çalışmanın ortak bulgulara sahip olduğu söylenebilir. Bu konudaki çalışmalar arabuluculuk rolü üstlenecek kurum ve kişilerin çatışmaya maruz kalmış ve/ya taraf olmuş kesimlerin hikayelerinin dinlenmesinin ve tarafların yan yana getirilerek birbirlerinin hikayelerini duymalarının sağlanmasının kalıcı barış, karşılıklı birbirini affetme ve bir adalet duygusunun sağlanması için önemine dikkat çekiyor.59
Çatışma Çözümü ve Barış İnşasında Adalet Olgusu
Çatışma çözümü ve barış inşası süreçlerindeki en önemli olgulardan biri adalet olgusudur. Çatışmanın veya savaşın mağdurlarının en çok adalet duygusu sarsılır ve en çok da bu duygunun onarılmasına ihtiyaç duyulur. Bu nedenle Eleştirel Barış Çalışmaları alanında adalet olgusu özel bir yer tutar. Daha çok cezalandırmaya dayalı formel yargılama süreçlerinin dışında adalet duygusunun yeniden tesis edilmesine yönelik alternatif yollar aranır. Formel adalet süreçleri daha çok cezalandırıcı bir adalet anlayışına dayanırken, Eleştirel Barış Çalışmaları kayıpların telafisi, tarafların birbirini dinlemesi ve affetmesine dayalı arabuluculuk süreçleri ve onarıcı adalet kavramsallaştırması üzerinde durur.60
Bu noktada özellikle son yıllarda daha çok başvurulan bir yöntem olan ve formel hukukun da giderek daha çok benimsediği arabuluculuk yöntemi anılmaya değerdir. Arabuluculuk, çatışan tarafların kendi aralarında çözemedikleri bir çatışma durumunda nötr bir üçüncü tarafın görüşme sürecini yürütmek için devreye girdiği ve taraflar arasında anlaşmanın sağlandığı bir çatışma yönetme sürecidir.61 Aslında enformel arabuluculuk yöntemi pek çok farklı toplumun kültüründe zaten mevcuttur ve özellikle toplumdaki mikro çatışmaların çözümünde başvurulan bir yöntemdir. Bu yöntemin başarısı, devletlerin ve uluslararası örgütlerin giderek bu yöntemi kendi formel hukuklarına dahil etmelerine neden olmuştur. Mustafa Özbek, “Anglo-Amerikan hukukunda ortaya çıkan alternatif uyuşmazlık çözüm (Alternative Dispute Resolution, ADR) hareketinin bir parçası olarak gelişen mağdur-fail arabuluculuğu”nun kıta Avrupası’nda da giderek yayılmakta olduğuna dikkat çeker.62 Gerek alternatif uyuşmazlık çözümünün gerekse de arabuluculuğun formel hukuk sistemlerine dahil edilmesinin nedenleri devletlerin çoğunda mahkemelerde görülen dava sayılarındaki aşırı artış, davaların uzun sürmesi ve artan dava masraflarının kişilerin adalete erişiminin önünde engel oluşturmasıdır.63 Alternatif uyuşmazlık çözümü ve arabuluculuk yöntemleri tarafların çözüm sürecine aktif katılımını öngören, esnek, tarafların üçüncü kişinin adil davranacağına güvendiği bir ortamda ve gizlilik içerisinde yürütülür.64 Avrupa Konseyi’nin arabuluculuğa ilişkin 15 Eylül 1999 tarihli tavsiye kararında arabuluculuğun “geleneksel ceza muhakemesini tamamlayıcı ya da ceza muhakemesine alternatif” olduğu belirtilmektedir.65 Yine aynı kararda arabuluculuğun genel ilkeleri şu şekilde sıralanmıştır:66
“Ceza meselelerinde arabuluculuk, yalnızca tarafların özgür iradeleriyle rıza göstermeleri halinde gerçekleştirilir. Taraflar, arabuluculuk esnasında her zaman bu rızalarını geri alabilmelidirler.
Arabuluculukta yapılan görüşmeler gizlidir ve tarafların anlaşması dışında sonradan kullanılamaz.
Ceza meselelerinde arabuluculuk, genel olarak erişilebilen bir hizmet olmalıdır.
Ceza meselelerinde arabuluculuğa, ceza muhakemesi sürecinin her aşamasında başvurulabilmelidir.
Ceza adaleti sisteminde arabuluculuk hizmetine yeterli özerklik tanınmalıdır.”
Tarafların bir araya gelerek, mücadeleci uyuşmazlık çözümü yerine anlaşmaya dayalı bir şekilde anlaşmazlıklarını çözmeleri esasına dayanan bu hareket toplumsal adalet (community justice), onarıcı adalet (restorative justice), gayri resmî adalet (informal justice) gibi farklı isimlerle anılır.67 Bu yöntem son yıllarda formel hukuk sistemlerine entegre edilmekle birlikte, aslında yukarıda verilen literatürde görüldüğü üzere Eleştirel Barış Çalışmaları ve Çatışma Çözümü alanında, kalıcı barışın ve toplumsal uyumun sağlanması için tarafların bir araya getirildiği arabuluculuk ve onarıcı adalet çalışmalarına özel bir önem atfedilir.
Arabuluculuk gibi onarıcı adalet kavramı da özellikle Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Yeni Zelanda ve Avustralya’da yaygın olarak kullanılmaktadır. Onarıcı adalet kavramının temelinde “suçtan doğrudan etkilenen kişilere (mağdur, fail ve toplum) suça verilecek tepkinin belirleneceği sürece doğrudan katılma imkânı verilmesi ve mağdurun uğradığı zararın giderilmesi” anlayışı yatar.68 UNDP (United Nations Development Programme – Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) ve T.C. Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı Ceza Uyuşmazlıklarında Uzlaşma El Kitabı’nda onarıcı adaletin üç temel ilkesi şöyle sıralanmıştır:69
“Suça karşı verilecek toplumsal tepkiye, mağdurun, maruz kaldığı zararın mümkün olduğu kadar giderilmesinden başlanması,
Failin mağdura karşı gerçekleştirdiği eylemin etkilerini anlamaya ve bundan dolayı sorumluluğunu kabul etmeye teşvik edilmesi,
Mağdura, suçun etkilerini doğrudan faile anlatabilmesi, ona sorular sorabilmesi ve suç nedeniyle ortaya çıkan zararın en iyi şekilde giderilebilmesi amacıyla faille bir araya gelmesi için fırsat verilmesi. Ayrıca bu sürece yardım amacıyla toplum üyeleri de katılmalıdır.”
Onarıcı adalet olgusunun kökenini oluşturan mağdur-fail uzlaştırma programları, 1970’lerin başında Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yerlilerin adalet geleneklerinden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Mağdur-fail arabuluculuğu, aile grupları konferansları, ceza halkaları, mağdur etkisi panelleri gibi alternatif çatışma çözümü ve adalet kavrayışları zaman içerisinde bugünkü onarıcı adalet olgusuna evrilir. Yine 1960’larda yükselen Sivil Haklar Hareketi ve kadın hareketi de bu alternatif pratiklerin ilk örneklerini sergiler.70 Kathleen Daly ve Russ Immarigeon, onarıcı adaletin yeni toplumsal hareketlerle bu ilişkisine dikkat çekerek onarıcı adaletin unsurlarını şu şekilde sıralar:71
“Sadece araçsalcı olmaktan ziyade, idealist bir şekilde değer yönelimli olması,”
“Dağınık, programatik olmayan bir karakter ve anti-örgütsel bir yönelime sahip olması,”
“Kapsayıcı ve amorf bir yapıya sahip olması.”
Toplumsal bir hareket olarak onarıcı adalet, geleneksel adalet uygulamalarına karşı yeni ve idealist bir adalet anlayışına dayanır. Onarıcı adalet savunucuları liberal, radikal-eleştirel feminist ve kölelik karşıtı dahil olmak üzere çeşitli ideolojik duruşlara sahiptir. Stratejileri çeşitlidir. Herkese açık ve geçirgen bir üyelik yapısı vardır. Araştırmacıları ve aktivistleri bir araya getiren çeşitli konferans ve toplantılar olsa da savunucularını ve/ya üyelerini birleştiren bir kuruluş yoktur. Onarıcı adalet pratikleri devletler tarafından uygulanan geleneksel adalet uygulamalarına karşı konumlansa da tamamen anti-devletçi değildir. Savunucularının bir kısmı hükümetler tarafından istihdam edilir ve devlet oluşumlarının hem içinde hem de dışında etkinlik gösterir.72
Michael Wenzel vd. geleneksel cezalandırıcı adalet anlayışı ile onarıcı adalet anlayışını karşılaştırırken, faile bir ceza verildiğinde adaletin de sağlandığının düşünüldüğüne dikkat çeker. Ceza onarıcı adaletin de bir parçasıdır ancak onarıcı adalet pratikleri arasında ceza, merkezi bir konuma sahip değildir. Farklı ve heterojen onarıcı adalet modellerinde ihlaller bir çatışma olarak görülür ve bu çatışma çözmeleri için sahiplerine yani mağdur, fail ve onların topluluklarına geri verilir. Uygulamada bu tarafların sürece aktif katılımı anlamına gelir. Taraflar bu süreçte duygularını ve çatışmayla ilgili kendi hikayelerini anlatır. Böylece fiilin yarattığı zararla ilgili failin sorumluluğu açığa çıkarılırken, aynı zamanda tarafların üzerinde anlaşacağı bir uzlaşmaya gidilir. Bu aynı zamanda bir müzakere sürecidir ve cezalandırmadan çok iyileştirmeye yöneliktir. Mağdur ve fail bu süreçte iyileştirilir ve sağaltılırken, sosyal ilişkiler de onarılır.73 Bulgular mağdurların mahkeme süreçlerindense onarıcı adalet pratikleri ile daha çok tatmin olduklarını göstermektedir. Bu yüksek tatmin düzeyinin onarımdan çok mağdurların sürece katılımı ile ilgili olduğu görülmüştür. Mağdurlar maddi onarımdansa duygusal onarıma daha fazla önem atfetmektedir.74
John Parkinson ve Declan Roche ise müzakereci demokrasi ile onarıcı adalet pratikleri arasındaki benzerliğe dikkat çeker. Müzakereci demokrasinin özellikleri genel hatlarıyla kapsayıcılık, müşterek meselelerde nihai/kesin anlaşmaların üretildiği akıl yürütmeye dayalı kamusal tartışma, bu anlaşmalara tabi olanlara hesap verebilirlik ve eşitler arasında yürütülen müzakeredir. Müzakereci demokrasinin bir tür demokrasi eleştirisi olması gibi, onarıcı adalet de benzer kurumsal yapıdaki ceza adaletine bir tür eleştiridir. Genel anlamıyla “onarıcı adalet suça verdiğimiz tepkiye rehberlik etmesi gereken bir dizi değer ve amacı ifade eder. Özünde adalet, suçun mağdurlara, suçlulara ve onların topluluklarına verdiği zararı onarmaya çalıştığında onarıcıdır.”75 Bu yönüyle onarıcı adalet, müzakereci demokrasiyle birtakım ortak özellikler taşır. Bunlar; kapsayıcılık, katılımcılar arasında eşitlik, müzakerenin dönüştürücü gücü, kapsam ve kesinlik ve hesap verebilirliktir.76 Kapsayıcılık özelliği, onarıcı adalet pratiklerinin tüm tarafları ve toplumu kapsaması bakımından demokratik kapsayıcılık kriterine denk düşer. Onarıcı adalet pratiklerinin katılımcıları kendi hikayelerini anlatarak ve birbirlerine sorular sorarak, ortak bir zeminde buluşurlar. Katılımcılar arasında eşitlik müzakereci demokrasinin temel özelliklerinden biridir. Bu noktada onarıcı adaletin daha çok mağduru güçlendirmeye yönelik olduğu, dolayısıyla failin dönüşümünü ikinci plana attığı ve katılımcılar arasındaki eşitlik ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle birtakım eleştiriler de getirilir. Örneğin bir kadın ve onun şiddet faili arasındaki veya yerli toplulukları ile polis arasındaki güç eşitsizliğine dikkat çekilir. Bu noktada arabulucu veya uzlaştırıcının müzakerenin eşit ve dengeli şekilde yürütülmesi için kilit bir rol oynadığı görülür. Onarıcı adalet pratiklerinde tarafların çatışmanın çözümü için ortak bir yol araması ve kendi hikayelerini, duygularını anlatması aynı zamanda bir dönüştürücü güce de sahiptir. Böylelikle taraflar hem kendileri dönüşürken hem de karşı tarafı dönüştürür. Özellikle tarafların birbirlerinin yerinde olmanın ne anlama geldiğini sorgulamalarına imkân veren yüz yüze hikâye anlatıcılığının önemine vurgu yapılır. Müzakereci demokrasi ve onarıcı adaletin ortak bir diğer özelliği olan kapsam ve kesinlik ise varılan anlaşmanın taraflar için bağlayıcılığına vurgu yapar. Benzer şekilde müzakereci demokrasinin kamusallık özelliği aynı zamanda sürecin şeffaf ve tarafların birbirine hesap verebilir olmasını sağlar. Bu özellik onarıcı adalet pratiklerinde de benzer şekilde işler. Taraflar birbirlerine ve diğer katılımcılara karşı sorumlu ve hesap verebilir durumdadır.77 Bu ortaklıklar göz önünde bulundurulduğunda onarıcı adalet uygulamalarının demokratik bir niteliği olduğu söylenebilir.
Çatışma çözümü ve barış inşası süreçlerinde adalet olgusu denildiğinde akla gelen bir diğer önemli kavram da geçiş dönemi adaletidir. Geçiş dönemi adaleti kavramı “daha demokratik, adil ve barışçıl bir gelecek inşa edebilmek amacıyla toplumların geçmişte yaşanmış insan hakları ihlalleri, büyük ölçekli katliamlar ya da başka türden şiddetli toplumsal travmalarla yüzleşmelerine odaklanmış bir etkinlik ve araştırma alanını ifade eder.”78 Daha çok çatışmadan yeni çıkmış veya otoriter yönetimlerden daha demokratik yönetimlere geçiş sürecindeki toplumlarda başvurulan bir mekanizma olan geçiş dönemi adaleti hem formel hem de enformel birtakım yöntemleri kapsar. Yani hem faillerin cezai soruşturmaya tabi tutulduğu mahkeme süreçleri hem de en yaygın bilinen ve başvurulan geçiş dönemi adaleti mekanizması olan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları gibi araçları kullanır.79
Geçiş dönemi adaletinin kökleri II. Dünya Savaşı sonrasında Nürnberg Mahkemeleri veya Avrupa’nın Nazilerden arındırılması programlarına dayanmakla birlikte tutarlı bir hale gelmesi 20. yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşir ve geçiş dönemi adaletinin ikinci dönemi olarak adlandırılır. Bu dönem Yunanistan ve Arjantin’de askeri cunta sorumlularının yargılanmasını, Latin Amerika’nın güneyindeki hakikat arama girişimlerini, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Doğu Avrupa ülkelerindeki politik dönüşümleri ve dünyanın farklı yerlerinde kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonlarını kapsar.80 Geçiş dönemi adaletinin üçüncü döneminde geçiş dönemi adaleti normalleşir ve yaygınlaşır. Bu dönemin en bilinen sembolü de Uluslararası Ceza Mahkemesidir.81 Geçiş dönemi adaletinin önemli bir yanı sadece yaşanan ihlallere odaklanmaması, uzun vadeli bir yapısal dönüşümü ve pozitif barışı hedeflemesidir:
“Geçiş dönemi adaleti yaklaşımı, yalnızca ne tür insan hakları ihlalleri yapıldığı, nerede ve nasıl yapıldığı üzerine yoğunlaşmaz. Bu yaklaşımın önemi, bu tür ihlallere neden olan kurumsal yapıların ve toplumsal ilişkilerin dönüşmesine yönelik girişimlerinin olmasıdır. Politik temsilde eşitlik ve sosyoekonomik adaletsizliklerin giderilmesi için çabalar buna örnek gösterilebilir. Bütün bunlar Johan Galtung’un tanımladığı pozitif barışın inşası için önemlidir. Pozitif barış, yapısal ve kültürel şiddet unsurlarının ortadan kaldırıldığı bir toplumu tahayyül eder. Bu anlamıyla geçiş dönemi adaletinin hem geriye hem de ileriye yönelik yaklaşımlar bütünü olduğunu söylemek yanlış olmaz.”82
Bu yaklaşım toplumun farklı kesimlerinden aktörlerin katılımıyla, yaşananlarla yüzleşmeyi amaçlar. Yüzleşme çatışmadan veya savaştan çıkmış ya da otoriter rejimler altında ağır insan haklarının yaşandığı toplumlarda önemli bir onarım mekanizmasıdır. Hem mağdurların maddi ve manevi iyileşmesini sağlar hem de ileride aynı hataların tekrarlanmamasına yönelik yapısal ve kurumsal mekanizmaların oluşmasına ön ayak olur. Bu anlamda geçiş sürecindeki toplumlarda kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları hafıza ve tanıklığa dayanan bir yöntem olarak hem toplumun geçmişin ağır yüküyle yüzleşmesini sağlar hem de ileriye dönük olarak kalıcı barışın sağlanmasının önünü açar. Komisyonun temel amacı insanlara kendilerini ve yaşadıklarını özgürce ifade etmeleri için bir alan açmak, insan olmaktan kaynaklı onurlarını korumak ve bu sayede de yaşanan zararların bir nebze olsun tazmin edilmesini sağlamaktır.83
Çatışma Çözümü ve Barış İnşasında Toplumsal Cinsiyet Perspektifi
Kadınlar ve LGBTQİ+’lar çatışma ve savaş süreçlerinden en çok etkilenen kesimler arasındadır. Ancak çatışma çözümü ve barış inşası süreçlerinde genellikle dışarıda bırakılırlar veya bu süreçlere sadece mağdur olarak dahil edilirler. Oysa kadınların ve LGBTQİ+’ların deneyimleri aktif özneler olarak katıldıkları çatışma çözümü ve barış inşasında oldukça önemlidir. Uluslararası İlişkiler alanına hâkim olan güvenlik yaklaşımına getirilen feminist eleştiriler, alanın devlet merkezli ve eril bakış açısını eleştirirken aynı zamanda kadınların ve LGBTQİ+’ların çatışma ve savaşların sadece mağdurları olarak görülmelerine ve dolayısıyla barış inşası süreçlerinde de sadece mağdur olarak anılmalarına da karşı çıkar. Hem güvenlik hem de güvensizlik kavramlarını tartışmaya açarak yeni bir tanımlama önerirler. Bu noktada feminist eleştirilerin sorduğu “kimin güvenliği?” sorusu, kadınların ve LGBTQİ+’ların deneyimlerini de çatışma çözümü ve barış süreçlerine dahil etmesi açısından önemli bir çıkış noktası oluşturur. Ayrıca feminist eleştiriler “dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadınların düşüncelerinin, deneyimlerinin ve bilgilerinin marjinalleştirilmesini büyük bir adaletsizlik” olarak değerlendirir.84 Ulusal siyasette olduğu gibi uluslararası ilişkilerin yüksek siyasetine de erkekler ve ataerkil yapılar hâkimdir:
“Realist paradigmanın çağdaş yazarları egemen ulus-devletlerin oluşturduğu uluslararası sistemde savaş ve barış meselelerine, askeri stratejiye özel bir vurguyla yönelirler. Realist kuram, uluslararası siyasetin konularını “yüksek siyaset” (high politics) ve “alçak siyaset” (low politics) olarak ayırır. Eril bir alan olarak görülen yüksek siyaset alanı uluslararası güvenlik, güç dengesi, askeri kapasite ve devlet yönetimi gibi konularla; dişil bir alan olarak görülen alçak siyaset alanıysa çevre, insan hakları, azınlık hakları, göç ve aile gibi konularla tanımlanır.”85
Dolayısıyla feminist kuramcılar, kadınların ve LGBTQİ+’ların deneyim ve birikiminin yüksek siyaset olarak tanımlanan alandan dışlanmasını eleştirir ve buna karşı mücadele eder. Özellikle kadınların barış talebinin ve savaşın etkilerine karşı mücadelesinin feminist hareketin tarihiyle paralel olduğuna dikkat çeker. Güvenlik, güvensizlik, çatışma, savaş ve barış gibi olgulara toplumsal cinsiyet perspektifi getirmeye çalışırlar. Cynthia Enloe bu noktada ikinci dalga feminizmin “özel olan politiktir” söylemini “özel olan uluslararasıdır”a dönüştürerek bu alandaki eril hakimiyete işaret eder.86 Enloe ayrıca “küresel problemlerin karmaşıklığını eril ve modernist ideolojilerin çöküşüyle açıklama”ya odaklanırken, “sosyo-ekonomik hayat ile askeri kurumların patriyarkal yapısı arasında karşılaştırmalar” yapar.87
Bir diğer feminist kuramcı olan Carol Cohn da barışı bir cinsiyet rolü olarak görmeye ve savaş erkeklerle veya erillikle ilişkilendirilirken, barışın kadınlarla veya dişillikle özdeşleştirilmesine karşı çıkar. Bunun indirgemeci bir yaklaşım olduğunu savunur. Kadını “doğuştan barışçıl, uzlaşmacı, şiddetten uzak” olarak tanımlamanın yanıltıcı olduğuna dikkat çeker. Özellikle çatışma durumlarında zorunlu askerlik, çocuk askerler, cinsel şiddet, aile içi şiddet ve kurum içi şiddet gibi sorunlara karşı feminist bir yaklaşım geliştirmeye çalışır. Cohn, sadece kadınların değil, “çocuklar, LGBTİ bireyler gibi eril rollerin dışladığı tüm toplulukların barışın aktörü olarak örgütlenmeye ve politik yapıya katılması”na vurgu yapar.88
Farklı feminist kuramcılar farklı yaklaşımlar önerse de temelde ortaklaştıkları birtakım noktalar olduğundan bahsedilebilir. Bunlar temel olarak toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması (gender mainstreaming), barışa bütüncül bakma (çatışma, savaş, yoksulluk, çevre sorunları, eril şiddeti bir bütün olarak ele alma), devleti ve ulusal çıkarı merkeze alan yaklaşımların eleştirisi, kadınları barışla özdeşleştiren ve savaşa katıldıkları durumları görmezden gelen bakış açısının eleştirisidir.89
Feminist kuramcıların eleştirileri ve feminist hareketin mücadeleleri sonucunda 2000 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) de ilk defa 1325 sayılı kararıyla toplumsal cinsiyete referansta bulunmuştur:
“Bu toplantıda kabul edilen 1325 numaralı BMGK kararıyla bu yeni bakış açısı şu şekilde özetlenebilir: a) Kadınlar savaşın kurbanları değil, aynı zamanda barışın itici gücüdürler; b) Küresel politikaya kadınların tam olanaklarla katılımı küresel barış için çok daha büyük fırsatlar yaratır; c) Barış görüşmelerinin temelinde, savaş sonrası yeniden inşa ve yeniden uzlaşma süreçlerinde kadınlar son derece düşük düzeyde temsil edilmektedir; d) Çözüm sürecinde kadın-erkek eşitliği olmadığı ya da gerçekleşmediği müddetçe hiçbir barış süreci tam olarak başarılı sayılamaz; e) Barış süreci ayrılmaz bir biçimde kadının ve erkeğin eşitliğine dayanır.”90
BMGK’nın 1325 sayılı kararı ayrıca kadınların ve kız çocuklarının cinsel ve diğer türlerde şiddetten korunmasına dair yaptığı vurguyla da önem taşır.91 Bu sayede ilk defa uluslararası temsil düzeyinde bir örgüt savaş ve çatışmaların şiddetini en fazla yaşayan kesimler olan kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldığı şiddet suçlarında dokunulmazlığın olmayacağını kabul etmiştir.92
Öte yandan kadınların ve LGBTQİ+’ların gerek çatışma ve savaş süreçlerindeki gerekse de barış inşası süreçlerindeki deneyimlerinin görünür kılınması ve bu süreçlerdeki katılımlarının artırılması noktasında sivil toplumun mücadelesi önemli bir yer tutar. Toplumsal cinsiyet perspektifinin dahil edilmediği barış süreçlerinin kalıcı barışı inşa etmede yetersiz kaldığı pek çok dünya deneyiminde görülmektedir. Savaşın ölüm, şiddet, göç, yoksulluk gibi sonuçları patriyarkal normlarla birleştiğinde, kadınların ve LGBTQİ+’ların erkeklerden farklı deneyimler yaşadıklarına dikkat çekilmektedir. Bu kesimlerin yaşadıkları sıkıntıların farklılığı, barışa yaklaşımlarında da farklılıklara yol açar.93 Güneş Daşlı, Nisan Alıcı ve Ulrike Flader’in Sırbistan, Kosova, Sri Lanka ve Suriye üzerinden kadınların barış mücadelesindeki deneyimlerini inceledikleri çalışma, bir yandan öznel deneyimler arasındaki farklılıkları ortaya koyarken diğer yandan da farklı coğrafyalarda toplumsal cinsiyet eksenindeki ortaklıkları gözler önüne serer. Farklı ülkelerdeki barış mücadelesinin yöntemlerini belirleyen ortak unsurların ölümler, kayıplar, travma, göç, yoksulluk, milliyetçilik ve patriyarkal sistem olduğu görülür. Kadınlar hem bireysel olarak hem de örgütlü şekilde barış mücadelesinin özneleri durumundadır. Kimi deneyimlerde geleneksel annelik rollerinden yola çıkarak mücadele eden kadınlar kimi deneyimlerde ise anti-militarist feminist bir mücadele sürdürmektedir. Aynı şekilde bazen kadın örgütlenmeleri içinde yer alarak barış mücadelesi yürütürken bazen de karma örgütlenmeler içinde yer almaktadırlar.
Daşlı, Alıcı ve Flader farklı ülke örneklerindeki kadınların çatışma döneminde ve sonrasında yürüttükleri barış mücadelesini dört farklı alana ayırır: “Doğrudan savaştan kaynaklı mağduriyetlerin azaltılması, savaşın veya o andaki çatışmaların sonlandırılması, çatışma bittikten sonra geçmişle yüzleşme ve toplumsal barışın inşası ve son olarak kadınların bilinçlendirilmesi ve güçlendirilmesine dönük çabalar.”94 Bununla birlikte kadınlar çatışmaların bitirilmesi için arabuluculuk faaliyetleri ve resmi barış görüşmelerinde de yer almaktadır. Ancak çatışma dönemlerinde aktif şekilde çalışan kadınların ve kadın örgütlerinin resmi barış görüşmelerine katılabilmek için yoğun çaba harcadıkları görülmektedir.95 Diğer bir deyişle kadınların her aşamasında yer aldıkları ve doğrudan etkilendikleri savaş ve çatışmalar sonrasında barış süreçlerine dahil edilmeleri çoğunlukla engellenmeye çalışılır. Bu noktada uluslararası sivil toplumdan ve örgütlerden alınan desteğin genellikle kadınların bu süreçlere katılımına olumlu etki yaptığı söylenebilir. Bu noktada BMGK’nın 1325 sayılı kararının önemi bir kere daha anlaşılır. Ancak yeterli olduğu söylenemez. Kadınlar savaş ve çatışma durumlarında maruz kaldıkları cinsel şiddeti ifade etmede patriyarkal normlar ve toplumsal baskılar yüzünden güçlükler yaşamaya devam ederler. Bu da aslında çatışma çözümü ve barış inşası süreçlerine toplumsal cinsiyet perspektifinin dahil edilmesinin önemini bir kez daha gösterir. Diğer bir deyişle gerçek ve kalıcı bir barış mücadelesi aynı zamanda patriyarkal normlarla da mücadeleyi gerektirir.96
Güneş Daşlı, Nisan Alıcı ve Julia Poch Figuares’in Kolombiya’daki barış sürecini toplumsal cinsiyet perspektifiyle inceledikleri çalışma ise hem kadın ve LGBTQİ+’ların deneyimleri açısından hem de Türkiye’deki barış sürecine dair öneriler sunması açısından önem taşır.97 Kolombiya barış süreci deneyimi, toplumsal cinsiyet perspektifinin ve özellikle LGBTQİ+’ların önceki hiçbir örnekte olmadığı kadar barış inşası sürecine dahil edilmesi açısından önemlidir. Kolombiya’da yaşanan iç savaşta sivil halka karşı çok sayıda suçlar işlenmiş, ciddi insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Afro-Kolombiyalı nüfus, yerliler, kadınlar ve LGBTQİ+’lar bu süreçte en fazla zarar gören ve hak ihlaline uğrayan kesimler olmuştur. Özellikle kadınlar ve LGBTQİ+’lar bu süreçte “çatışmaya bağlı cinsel şiddet, zorla kaybetme, işkence, zorla yerinden edilme, yoksulluk, ayrımcılık ve şiddet gibi” ciddi zararlar görmüştür.98 Öte yandan barış sürecine geniş bir toplumsal katılım sağlanmıştır. Anlaşmada temel olarak ele alınacak gündemler “kırsal kalkınma, siyasi katılım, yasadışı ekinler, mağdurlar, çatışmanın sona erdirilmesi ile barış anlaşmasının uygulanması ve teyit edilmesi” olarak belirlenirken, toplumsal katılımı artırmak için ülkenin çeşitli yerlerinde müzakerelere paralel olarak bu gündemlerin tartışıldığı yurttaş forumları düzenlenmiştir.99 Kadın ve LGBTQİ+ örgütleri barış inşası sürecine katılabilmek için işbirliği yapmış ve verdikleri mücadele sonunda Havana’da gerçekleştirilen barış müzakerelerine sürecin eşit bir öznesi olarak katılmışlardır. Bu sayede barış anlaşmasının her maddesine bir toplumsal cinsiyet perspektifi kazandırılmış, kadın ve LGBTQİ+’ların deneyimleri ve sorunları barış sürecinde gündem olmuştur. Kadın ve LGBTQİ+ örgütleri özellikle ayrımcılık ve cinsel şiddetle ilgili maddelerin kabul edilmesini sağlarken, toplumsal cinsiyet perspektifini toprak mülkiyeti, siyasi katılım, sınıf, etnisite gibi yönleriyle birlikte ele alarak kesişimsel bir yaklaşım benimsenmesini de sağlamıştır.100
Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları
Anaakım ve Avrupa merkezli barış çalışmalarının eleştirisine dayanan Eleştirel Barış Çalışmalarının önemli bir yanı barışı çatışmanın bitirildiği bir süreç olarak değil, sürekli bir mücadele alanı olarak görmesidir. Bu bağlamda Eleştirel Barış Çalışmaları;
“uluslararası sistemde hakim olan saldırgan neoliberalizmi sorgulamaya ve kalkınma ve barış getirme amacıyla yola çıkan pek çok uluslararası girişimde var olan kolonyalizm kalıntılarını açığa çıkarmaya çalışır. Eleştirel barış yaklaşımı, tabandan örgütlenen, temel aktörlerin çatışmadan etkilenen topluluklar olduğu özgürleştirici barış süreçlerini öngörür. Bu nedenle, çatışmanın dönüşebilmesi ve özgürleştirici bir barışın gerçekleştirilmesi için, çatışmanın kökenindeki güç ilişkilerinin dönüştürülmesi gerekir.”101
Her duruma uyarlanabilecek evrensel bir barış kuramından da pratiğinden de bahsedilmesi zordur. Dolayısıyla her yerelin kendi dinamikleri kalıcı barışın inşasında önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Yerel dinamikleri dikkate almayan ve yereldeki güç ilişkilerini dönüştürmeyi hedeflemeyen bir barış inşasının kalıcı olma ihtimali de zayıflar. Bu anlamda Eleştirel Barış Çalışmaları barışa her şeyden önce bir “hak” olarak yaklaşır. Yerel aktörlerin ve çatışmanın ve/ya savaşın mağdurlarının ve/ya taraflarının yanı sıra toplumun en geniş kesiminin barış süreçlerine ve sonrasında kurulacak yeni mekanizmalara katılımını oldukça önemser. Barışın toplumsallaşması ve sahiplenilmesi ancak böyle mümkün olacaktır.102
On yıllardır Partiya Karkerên Kurdistan (PKK) ile güvenlik güçleri arasında devam eden savaş, Türkiye’de de Eleştirel Barış Çalışmalarını önemli bir alan haline getirir. Türkiye’de barışın sağlanması ile demokratikleşme sorunu diğer birçok toplumda olduğu gibi birbiriyle yakından ilişkilidir. 2013 yılında başlayan ve Çözüm Süreci103 olarak adlandırılan Türkiye Cumhuriyeti ile Kürt Hareketi arasında yürütülen barış müzakereleri sadece toplumsal barışın sağlanmasını değil, aynı zamanda daha geniş bir demokratikleşmeyi gerekli kılıyordu. Ancak 7 Haziran 2015’te yapılan genel seçimler sonrasında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) seçimi kaybetmesi üzerine şiddetin yeniden tırmandırılması ve Kürt illerinde ciddi insan hakları ihlallerine yol açan askeri operasyonlar, Çözüm Süreci’nin de bitmesine neden oldu. Türkiye’de 2013-2015 yılları arasında süren çatışmasızlık ortamı ve bu ortamın kısa sürede yeniden çatışmaya dönüşmesi, barışın toplumsallaşmasının ve bunun için kurulacak mekanizmaların önemini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de şiddet sona erse de yapısal eşitsizlikler sürdüğü ve toplumun her kesimi sürece dahil edilmediği sürece çatışma ortamına kolaylıkla geri dönülebildiği görülmüştür.104 Türkiye’de barış talebi ve barış mücadelesi elbette ki özellikle resmi kanallar ile yürütülen Çözüm Süreci ile başlamamıştır ve dolayısıyla Çözüm Süreci’nden sonra da devam etmektedir. Çalışmanın bundan sonraki kısmında Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları alanında verilen mücadelenin sivil toplum, adalet ve toplumsal cinsiyet boyutları ele alınacaktır.
7.1. Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmalarında Sivil Toplumun Rolü
Türkiye’de PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) arasında yaklaşık 40 yıldır yaşanan savaşın tarihi neredeyse aynı zaman dilimine yayılmış bir barış ve hak mücadelesi tarihini de beraberinde getirir. Türkiye’de barış ve hak mücadelesi yürüten çok sayıda Sivil Toplum Örgütü mevcuttur. Bu örgütlerin önemli bir kısmı barış kavramına basitçe çatışmanın bitirilmesi olarak yaklaşmak yerine barışı demokratik haklar ekseninde ve toplumsal cinsiyet, sınıf, etnisite, vs. ile kesişimsel şekilde ele alır.
Bahsedilen bu Sivil Toplum Örgütlerinin başında İnsan Hakları Derneği (İHD) gelmektedir. 17 Temmuz 1986 yılında kuruluşunu deklare eden İnsan Hakları Derneği 12 Eylül askeri darbesinin ardından kurulan askeri diktatörlüğün sebep olduğu çeşitli hak gasplarına karşı bir hak mücadelesi vermek amacıyla kurulur.105 İHD 12 Eylül rejiminin siyasi parti, dernek ve sendikaları kapatma, çeşitli hakları güvence altına alan yasaları yürürlükten kaldırma, gözaltında ve cezaevlerinde işkence uygulamalarına, insanları kaçırma ve öldürme gibi uygulamalarına karşı harekete geçen 98 aktivist tarafından kurulmuştur. Kuruluş amacını tüzüğünde insan hak ve özgürlüklerini korumak olarak belirten İHD bu alanlarda çok çeşitli çalışmalar yürütmüştür. İHD halen dünyanın birçok ülkesindeki insan hakları örgütleriyle iletişim halinde ortak çalışmalar yürütür. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun (FİDH) ve Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı’nın (EMHRN) üyesi olan İHD; İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucuları arasında yer alır. Web sitelerinde faaliyet alanlarını tanımlarken genel af, ölüm cezası, savaş karşıtlığı, barış, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, düşünce özgürlüğü, gözaltında kaybetmeler, faili meçhul öldürmeler, işkence ve kötü muamele, cezaevleri, çalışma yaşamı gibi geniş bir skala sunan dernek, Kürt sorununun derinleşmesiyle birlikte barış ve çatışmasızlık ile ilgili çalışmalarını da artırmıştır. Barış ile ilgili yaptığı çalışmalar arasında ateşkes çağrıları, savaş esnasında yaşanan kayıpların, faili meçhul cinayetlerin ve hak ihlallerin raporlanması, arşivlenmesi, kamuoyu ile paylaşılması, savaş esirlerinin durumlarının raporlanması ve esirlerin haklarının savunulması,106 savaş suçlarının raporlanması, barış konulu sempozyumlar, seminerler, paneller, konferanslar düzenlenmesi, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin raporlaştırılması gibi çalışmalar yer alır.107
Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları alanında faaliyet gösteren en önemli STÖ’lerden biri de Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’dür (DİSA). 2010 yılında Diyarbakır merkezli olarak kurulan DİSA web sitesinde kendisini şu şekilde tanımlamaktadır:
“Enstitümüz çalışmalarını 4 araştırma programı ekseninde yürütmektedir. DİSA, araştırma programları kapsamındaki alanlarda araştırmacılar için bir merkez işlevi görmeyi, toplumun sosyal ve siyasal gelişiminin önünü açacak araştırmalar yaparak geleceğe yönelik politikaların oluşturulmasına birinci elden, nesnel ve saha çalışmasına dayalı bilgi temelinde katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
DİSA, farklılıkların barış içinde bir arada varolmalarını mümkün kılan eşitlikçi toplumsal duyarlılığın artması ve diyalogun gelişmesi amacıyla araştırmalar yayımlayarak ilgililerin dikkatine sunmakta; konferans, sempozyum, panel, çalıştay, atölye ve raporlar aracılığıyla bilgi paylaşımına katkı sağlamaktadır.”108
DİSA’nın çalışma yürüttüğü dört temel program şu şekildedir: Anadili ve Pedagoji Araştırma Programı, Adalet ve Barış İnşası Araştırma Programı, Sürdürülebilir Yaşam ve Mekan Araştırma Programı, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırma Programı.109 DİSA bu araştırma programları kapsamında çok sayıda rapor yayınlamıştır.110
Barış çalışmaları yürüten bir diğer örgütlenme de Halkların Demokratik Kongresi’dir (HDK). HDK 15-16 Kasım 2014’te 37 siyasi parti, hareket, dernek ve emek örgütünün inisiyatifiyle kurulmuş siyasi bir organizasyondur. 15-16 Kasım 2014’te kabul edilen kuruluş programını şu şekilde ifade etmiştir:
“1. Bizler halklarımıza ve ezilenlere yöneltilmiş̧ tüm baskı ve haksızlıkları ortadan kaldırmak, barış içinde ve insanca yaşayabileceğimiz bir Türkiye’yi kurmak üzere bir araya geldik.
2. Türkiye’nin baskı ve sömürüye dayalı sistemi, egemenlerin iki ana siyasal akımı tarafından sürekli olarak yeniden üretilmekte, buna karşı mücadele eden tüm toplumsal direniş odakları ise baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak her dilden ve kültürden halklar ve ezilenler mevcut sistemin ömrünü uzatmak için birbiriyle yarışmakta olan bu iki akım arasından birini; egemenlerin dayattığı neoliberal ve anti-demokratik düzen içinde, Türk-İslam sentezci veya ulusalcı anlayışlardan birini tercih etmek zorunda değildir. Bizler, egemenlerin iki akımının dayattığına karşı ezilenlerin ve halkların komünal demokratik yaşamını egemen kılmanın mümkün ve gerçekçi olduğunu göstermek için bir aradayız.”111
HDK, Çözüm Süreci’ne denk gelen kuruluş tarihinden itibaren, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir biçimde çözülmesi için çeşitli panel, salon etkinlikleri, eylemler ve saha çalışmaları yürütür.
Türkiye’de barış mücadelesi yürüten Sivil Toplum Örgütleri denince akla ilk gelenlerden bir tanesi de Barış Vakfı’dır. Kürt Sorununun barışçıl çözümü üzerine yoğunlaşmak amacıyla yola çıkan Barış Vakfı, Çözüm Süreci’nin bitişinden sonra, 2016’nın mart ayında, çeşitli siyasi görüşlerden aydınlar ve sivil toplum yöneticileri tarafından kurulan bağımsız bir sivil toplum kuruluşudur. Barış Vakfı kuruluş misyonunu, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan yaşam hakkının ve diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması, evrensel insan hakları prensiplerinden hareket ederek Türkiye’de ayrım yapmaksızın herkes için demokrasinin ve sosyal adaletin tesisi ve bütün bunlar için temel şartlardan biri olan kalıcı barışın sağlanması konusunda çalışmak olarak tanımlar.112 Kürt Sorununun çözümüne katkı sunmak amacıyla çalıştaylar düzenleyen, raporlar yayınlayan, çeşitli bülten ve yayınlar çıkaran ve çeşitli konularda basın açıklamaları düzenleyen Vakıf, şu ana dek barış çalışmaları kapsamında beş adet rapor yayınlamıştır. Bu raporlar sırasıyla şu şekildedir:
-Çözüme Doğru: Olasılıklar, İmkânlar ve Sorunlar Üzerine Değerlendirme
-Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci
-2013-2015 Çözüm Süreci’nde Sivil Toplum Kuruluşları
-Yerel Yönetimlerin Toplumsal Barışın İnşasındaki Rolü
-Kürt Soruna Toplumsal Bakış (2010-2022)113
Barış Vakfı’nın diğer dikkat çekici yayınları ise çatışma süreci ve barış inşası konulu kitap ve broşürleridir. Örneğin barış fikrinin toplumda yeniden canlandırılması, barış talebinin siyasal, ulusal ve uluslararası hukuksal dayanaklarının ve meşruiyet zemininin hatırlatılması ve onun siyasal, toplumsal ve etik yapısına vurgu yapılması amacıyla hazırlanan Barışın Elkitabı bunlardan biridir.114
Barış İçin Akademisyenler (BAK)115 ise Kasım 2012’de bir grup akademisyen tarafından kurulmuş bir oluşumdur. O dönemde cezaevlerinde Kürt siyasi tutsakların başlattığı açlık grevleri esnasında barış çağrısını güçlendirmek için bir araya gelen BAK bu duruma dikkat çekmek için 264 akademisyen tarafından imzalanan bir bildiri yayınlar. Ardından bir sivil inisiyatif olarak varlığını sürdüren oluşum 2013-2016 yılları arasında barış talebini yükseltmek ve başlayan sürece katkıda bulunmak için çeşitli imza metinleri yayınlayıp çeşitli toplantılarda bir araya gelir. Çözüm Süreci’nde oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti’nden çeşitli temsilcilerle bir araya gelen BAK temsilcileri barış sürecine katkı sunma amacıyla aktif çalışmalar yürütür. 2016’nın ocak ayında, Çözüm Süreci’nin bitirilmesinin ardından Kürt illerindeki sivil yerleşimlere TSK’nın başlattığı operasyonlara dikkat çekmek amacıyla “Bu suça ortak olmayacağız!”116 başlıklı metni yayınlamıştır. 2212 akademisyen ve bağımsız araştırmacı tarafından imzalanan metin, güvenlik güçleri tarafından Kürt illerinde gerçekleştirilen sivillere yönelik saldırılara dikkat çekmiş ve devlet güçlerini bu konuda uyarmıştır. Takip eden süreçte basın ve devlet güçleri tarafından hedef gösterilen imzacı akademisyenler, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte giderek daha fazla otoriterleşen rejim tarafından hedef alınmıştır. Yüzlerce akademisyen Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) görevinden uzaklaştırılmış, bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. KHK’larla başlayan hukuksuz süreç halen devam etmektedir.
Eleştirel Barış Çalışmaları alanında yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren bir diğer oluşum olan Türkiye Genç Barış İnşacıları İnisiyatifi ise, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2250 sayılı kararından hareketle, “Gençlik, Barış ve Güvenlik” temalı çalışmalar yürütür. İnisiyatif, temel amacını gençliğin barış inşası ve şiddetin önlenmesi sürecine aktif katılımını sağlamak olarak belirtir.117 İnisiyatif, bu amacı doğrultusunda ağlar oluşturma, yurttaşlık eğitimi, yerel, ulusal ve uluslararası projeler, akademik araştırmalar, iş, panel, konferans ve atölye çalışmaları gibi faaliyetlerle gençliği güçlendirmeyi hedefler.
Kuruluş amacını web sitesinde sivil toplumun güçlendirilmesi, aktif yurttaşlık, insan hakları alanlarında çalışmalar yürütmek olarak tanımlayan Beraberce Derneği’nin stratejik partneri DVV International, Alman Yetişkin Eğitimi Merkezleri Birliği’nin (DVV) Uluslararası İşbirliği Enstitüsü’dür.118 Dernek çeşitli projelerle önemli sivil toplum çalışmaları yürütür. Örneğin barış konusunda, Türkiye’de ve “temas” edebildikleri her yerde birlikte yaşama, barış kültürüne katkı sunma umuduyla başlattıkları “Hatırla!” projesi kapsamında Beraberce Akademi’de Çevrimiçi Kolektif Öğrenme Deneyimleri ve Barış Eğitimcisi Eğitimleri düzenlemişlerdir.119 Barış konulu bir diğer proje de Türkiye, AB ve aday ülkelerden; yetişkin eğitimi yoluyla diyalog ve barış kültürü eğitimi faaliyetleri yürüten veya bu alanda çalışmaya istekli Sivil Toplum Örgütlerini ve platformları uluslararası bir ağ ve iş birliği çalışmasında buluşturmayı hedefleyen PeaCE.net projesidir.120
Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları alanında geniş bir yelpazede faaliyet gösteren bir diğer kuruluş da Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği’dir (DEMOS Araştırma Derneği). DEMOS Araştırma Derneği 2015 yılında, Sosyal Bilimler alanında çalışan ve bilgi üretimini ortaklaştırmayı amaçlayan kişiler tarafından Ankara merkezli olarak kurulmuştur. Dernek, kurulduğu günden bu yana geniş anlamıyla barış çalışmaları etrafında araştırmalar yapmış, Türkiye ve dünyadan örnekleri incelemiştir. DEMOS Araştırma Derneği, bu çalışmaları yürütürken merkezine toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifini aldığını belirtmektedir.121
Faaliyet alanını tanımlayan Dernek Tüzüğü’nün 2. maddesi şu şekildedir:
“Dernek, toplumsal hafıza, geçiş dönemi adaleti ve geçmişle yüzleşme, barış ve uzlaşma, çatışma dönüşümü, toplumsal cinsiyet alanlarında derinlemesine araştırmalar ve çalışmalar yapmak, bu doğrultuda faaliyette bulunmak amacı ile kurulmuştur.”122
DEMOS Araştırma Derneği, çalışma alanlarını Barış ve Uzlaşma, Geçiş Dönemi Adaleti, Toplumsal Hafıza ve Çatışma Dönüşümü olmak üzere dört kategori altında tanımlar. Dernek, barış sürecini, çatışmayı yeniden ortaya çıkarabilecek tüm koşulların ortadan kaldırılmasını kapsayan ve geçmişle hesaplaşmayı hedefleyen uzun bir süreç olarak tanımlar.123
DEMOS Araştırma Derneği yukarıda tanımlanan ilke ve çalışma alanları kapsamında Türkiye’deki barış sürecine katkı sunmak üzere çeşitli projeleri hayata geçirmiştir. Korona virüsü salgınının başlamasından kısa bir süre önce başlayan ve pandemi sürecinde de devam eden DEMOS’tan Sesler ile çalışma alanlarına dair araştırmalarını ve analizlerini podcast aracılığıyla yayınlamışlardır. Bu podcast projesi, özne odaklılık, tabandan barış ve toplumsal cinsiyet perspektifi gibi Eleştirel Barış alanında kullanılan temel yaklaşımları dinleyicilerle paylaşarak ana akım anlatılara bir alternatif sunmayı ve Türkiye’deki barış çalışmalarına katkı sağlamayı amaçlayan bir projedir.124 DEMOS Araştırma Derneği’nin barış çalışmaları kapsamında pandemi döneminde gerçekleştirdiği bir diğer proje de Barış STÖ’leri isimli projedir. Temmuz 2020-Haziran 2020 arasında gerçekleştirilen proje kapsamında, barış alanında faaliyet yürüten STÖ’lerin pandemi sürecinden nasıl etkilendiklerini, bu süreçte çalışmalarını nasıl yürüttüklerini anlamak ve buna dair bir deneyim paylaşımı sağlamak adına gerçekleştirilen Karantinada Barış söyleşileri gerçekleştirilmiştir.125
DEMOS Araştırma Derneği’nin barış çalışmaları kapsamında yürüttüğü bir diğer proje de Yerelden Barış projesidir. Ağustos 2020’de başlatılan bu projenin Türkiye’de ve bir bütün olarak dünyada hâkim olan ana akım barış yapma çabalarının kısıtlarını yeniden düşünme ihtiyacına dayandığı ifade edilmektedir.126 Proje kapsamında halihazırda hâkim olan liberal ve siyasal aktör merkezli barış yapma çabalarına Türkiye’den öneriler getiren, bu önerilerle Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan etnik, dini ve/veya mezhepsel grupların barış içinde bir arada yaşamaya dayalı tarihsel tecrübelerini açığa çıkarmayı ve bunu ırkçılıktan ve cinsiyetçilikten arındıracak iki temel ayak üzerine inşa etmeyi hedefleyen proje, bir kolektif kitap yayımlama sürecindedir. Derneğin barış çalışmaları kapsamındaki bir diğer projesi de Kadınların Barış Mücadelesi isimli kitap projesidir.127 Dünyanın farklı yerlerinde savaşa, milliyetçiliğe ve tekçiliğe karşı direnen, barış için mücadele eden kadınların hikayelerini dinlemenin ve ortaklıklar ile farklılıkları anlamanın Türkiye’de barış için çabalayan kadınlar için de ilham verici olacağı düşüncesiyle hazırlanan kitap iki baskı yapmıştır.128
Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi başlıklı bir diğer projede129 DEMOS Araştırma Derneği, 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci etrafında barış çalışmaları yürütmüş farklı kadın ve LGBTQİ+ örgütlerinden katılımcılar ile yapılan derinlemesine mülakatlar ile toplumsal cinsiyet odağına sahip örgütlerin barış mücadelesi deneyimlerine yer veren bir rapor yayınlamıştır.130
DEMOS Araştırma Derneği’nin, yukarıda bahsedilen tüzüğünde yer alan temel çalışma konusu olan toplumsal cinsiyet merkezli barış çalışmaları kapsamında yürüttüğü bir başka proje ise Barışı Gündemleştirmek: Kadın, LGBTİ+ ve Gençlerin Barış Süreçlerine Katılımının Desteklenmesi adlı projedir. Şubat 2022’de başlayan bu projenin amacını dernek şu şekilde ifade etmiştir:
“Bu proje ile blog yazıları, çeviriler ve atölyeler aracılığıyla kadın, LGBTİ+ ve gençlerin (ve özellikle genç kadın/LGBTİ+’ların) barış çalışmalarında bilgi üretimini desteklemeyi, sivil toplum ve akademide barış gündemini gençlik/toplumsal cinsiyet ekseninde zenginleştirmeyi ve barış çalışmalarında kesişimsel toplumsal cinsiyet perspektifini yaygınlaştırmayı hedefliyoruz.”131
Son olarak Kolombiya’da yaşanan barış sürecinde kadınların ve LGBTİ+’ların deneyimlerinin incelendiği, bunların Türkiye’deki barış imkânları tartışmalarına yapacağı katkının tartışıldığı Toplumsal Cinsiyet ve Barış: Kolombiya Barış Süreci başlıklı proje de DEMOS Araştırma Derneği’nin gerçekleştirdiği Eleştirel Barış Çalışmalarının bir ürünüdür.132
7.2. Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmalarında Adalet Olgusu
Türkiye’de barış mücadelesi ve barış çalışmaları adalet arayışından ayrı düşünülemez. Uzun yıllardır süren savaş sonucunda toplumun farklı kesimlerinden binlerce insan ciddi hak ihlallerine, zorla kaybetmeye, işkence ve kötü muameleye, doğrudan ve dolaylı şiddete maruz kalmış, hayatını kaybetmiş, ekonomik zarara uğramış ve geçim kaynaklarını kaybetmiş, onlarca köy boşaltılmış, zorunlu göçler yaşanmıştır. Dolayısıyla barış mücadelesi aynı zamanda temel insan hakları ve yaşananlar karşısında bir adalet arayışı mücadelesidir. Bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin formel hukukta tanımlanan temel haklar mücadelesinin yanı sıra hafıza, yaşananlarla yüzleşme, onarıcı ve dönüştürücü adalet mekanizmalarının oluşturulması gibi pozitif barış mücadelesi verdikleri söylenebilir.133
Güvenlik güçleri ile PKK arasında yıllarca süren çatışmalar sonucunda yaşanan kayıplar konusunda toplumda ciddi bir yüzleşme yaşandığı söylenemez. 2013-2015 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti ile PKK arasında yürütülen Çözüm Süreci’nde bu konuda çeşitli adımlar atılmışsa da gerçek anlamda bir adalet mekanizması oluşturulmamış ve kayıpların telafisi de sağlanamamıştır. Çözüm Süreci’nde topluma Çözüm Süreci’ni anlatacak ve farklı kesimleri ikna edecek bir Akil İnsanlar Heyeti kurulmuştur. Türkiye’nin yedi bölgesinde görev yapacak ve her biri dokuz üyeye sahip yedi heyet oluşturulmuştur. Bu heyetlerde yer alacak kişilerin seçiminde PKK/BDP’den gelen öneriler dikkate alınmış ve gazeteciler, akademisyenler, Sivil Toplum Örgütlerinin, sendikaların ve meslek örgütlerinin temsilcileri Akil İnsanlar Heyeti’nde yer almıştır.134 Böylelikle hem Lederach’ın işaret ettiği anlamda barış inşasının tabana yayılması hem de barışın toplumsallaşması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu noktada Çözüm Süreci’nin sadece Kürt sorununa yönelik olmadığını, eksikliklerine rağmen daha geniş anlamda bir demokratikleşmeyi ve pozitif barışı hedeflediği de belirtilmelidir. Aynı dönemde yapılan daha demokratik bir Anayasa çağrıları da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Çözüm Süreci’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oluşturulan Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu bu süreçte oluşturulmuş bir başka mekanizmadır. Komisyon’un 2013 yılında hazırladığı raporda Çözüm Süreci’nde önemli alanlar olarak şunlar belirtilmiştir:135
“Yeni Anayasa
Ana Dil Tartışmaları
Özerklik Tartışmaları
Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi
Koruculuk Müessesesi
5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun ve Uygulanması
Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri
Mayınlar, Mayınlı Araziler
Terör ve Şiddetin Durması, Silahsızlandırma
Terörle Mücadele Kanunu
Af Tartışmaları
Yerleşim Yeri Adları Tartışmaları
Müfredat – Andımız Tartışmaları
Adliyelerde Bulunan Bazı Tabelalara İlişkin Değerlendirmeler
Karakol ve Baraj İnşaatları Tartışmaları
Sınır Yönetimi
Bölgede Çözüm, Diyalog ve Demokratik Dönüşüm Bilincine Sahip Kamu Görevlilerinin Görev Yapması
Uluslararası Hukuk Kurallarının Aktarılması
Göç ve Yerinden Olma
“Gerçeklerin Ortaya Çıkarılması” / “Toplumsal Uzlaşma - Adalet Komisyonu” Tartışmaları”
Raporda ele alınan başlıklardan da anlaşıldığı gibi uzun yıllar devam eden çatışmalar sonucunda ortaya çıkan sorunlar geniş bir biçimde ele alınmış ve sadece dar anlamda çatışmasızlık değil yapısal dönüşüm hedeflenmiştir. Hem formel hukuk hem de onarıcı adalet mekanizmaları bir arada tasarlanmıştır. Ancak bu alanlarda somut adımlar atılması konusunda zayıf kalınmış ve Çözüm Süreci’nin 2015 yılında sona ermesi ile birlikte bu alanlardaki çalışmalar oldukça zayıflamıştır.
Türkiye’de barış mücadelesi ve adalet arayışı denildiğinde akla ilk gelen şüphesiz 1995’ten beri gözaltında kaybedilenlerin akıbetini sormak için toplanan Cumartesi Anneleri/İnsanlarıdır. İlk defa 27 Mayıs 1995’te bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları kaybedilen yakınlarının akıbetini sorarak, faillerin yargılanması ve kaybetmelerin bir daha yaşanmaması için mücadele etmeye devam etmektedir. 12 Eylül 1980 darbesinden bugüne kadarki süreçte toplam 1352 kişinin gözaltında kaybedildiği tahmin edilirken, zorla kaybetmelerin en çok yaşandığı dönem ise Cumartesi Anneleri/İnsanlarının ortaya çıktığı 1993-1995 yılları arasıdır. İHD’nin 1992 yılında kayıpların bulunması için başlattığı kampanya, 1995’te Cumartesi Anneleri/İnsanlarının mücadelesi sayesinde büyük bir hak ve adalet arayışına dönüşmüştür. Cumartesi Anneleri/İnsanları her Cumartesi saat 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda toplanmaya devam etmektedir.136
Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmalarında adalet mücadelesi yürüten bir diğer Sivil Toplum Örgütü, Eleştirel Barış Çalışmaları yürüten Sivil Toplum Örgütleri başlığında da yer verilen İHD’dir. İHD 1986’dan bu yana Türkiye’nin birçok ilindeki şubeleriyle sadece insan hakları ve barış değil aynı zamanda adalet mücadelesi de yürütmektedir. İHD, kendisini Türkiye’de hak arama ve adalet mücadelesi denince her kesimden insanın aklına ilk gelen insan hakları mücadelesi örgütü yapan bir pratiğe sahiptir. 1990’lı yıllar daha önce de belirtildiği gibi gözaltında kayıpların en çok yaşandığı çok karanlık yıllardır. İHD’nin özellikle kayıplar ve savaşta esir düşen PKK militanları ile askerlerin hakları için gerçekleştirdiği mücadele iz bırakmıştır.
Hak ve adalet mücadelesi yürüten bir diğer Sivil Toplum Örgütü İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’dir (MAZLUMDER). Kendi ifadeleriyle “Devletten ve siyasal parti ve gruplardan bağımsız çalışan bir insan hakları örgütü olan MAZLUMDER, insan haklarını hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için çifte standartsız bir temelde savunmaya kararlı bir grup insanın ortak girişimi olarak doğdu.”137
28 Ocak 1991 tarihinde 54 kişi tarafından kurulan MAZLUMDER kuruluş amacını şu şekilde ifade etmektedir:
“Her türlü zulmün kaldırılması ve yeryüzünde tüm haksızlıkların son bulması için çalışmayı, insan olarak var olmanın ve insanca yaşamanın bir gereği olarak kabul etmektedir. Bu konuda hiçbir ayrıma gitmeksizin, kim tarafından ve kime karşı yapılırsa yapılsın, her türlü haksız muameleye karşı çıkmanın, işkence, aşağılama ve tecavüze karşı mücadele vermenin gerekliliğinden hareketle çifte standartsız bir insan hakları mücadelesinin önemine inanmaktadır.”138
MAZLUMDER’in bu amaç doğrultusunda basın açıklamaları, paneller, eylemler, seminerler, konferanslar, cezaevi söyleşileri, cezaevi ziyaretleri, kültür sanat etkinlikleri, dava takipleri ve kamuoyu yaratma girişimleri, yayınları ve raporları bulunmaktadır.
Eleştirel Barış Çalışmaları yürüten Sivil Toplum Örgütleri arasında hak ve adalet mücadelesi yürüten bir diğer STÖ de Hafıza Merkezi’dir. Kasım 2011’de bir grup avukat, gazeteci, akademisyen ve insan hakları savunucusu tarafından kurulan Hafıza Merkezi, “yaşanan ağır insan hakları ihlallerine ilişkin gerçekleri ortaya çıkarmayı, mağdurları adalet arayışlarında desteklemeyi ve resmi söyleme alternatif hakikat anlatılarını dolaşıma sokarak toplumsal hafızayı güçlendirmeyi hedeflemektedir.”139
Başlarda zorla kaybetmeler ile ilgili çalışmalara yoğunlaşan Hafıza Merkezi, 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci’nde çalışma alanlarına barış temasını da eklemiştir. 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız askeri darbe girişimi sonrasında ise Sivil Toplum Örgütlerinin yaşadıkları zorluklar ile ilgili de bir çalışma alanı eklemiştir. Bu faaliyeti yakın tarihli ağır insan hakları ihlali olarak tanımlayan Hafıza Merkezi’nin tanımladığı dört çalışma başlığı vardır: Hafıza ve Barış Çalışmaları, Hukuk Çalışmaları, İnsan Hakları Örgüt ve Savunucularının Desteklenmesi ve Uluslararası İşbirliği ve Dayanışma.
Hafıza Merkezi yürüttüğü birçok projeyle Türkiye’deki barış, hak ve adalet mücadelesine önemli katkılar sağlamıştır. Hafıza Merkezi’nin yürüttüğü projeler şu şekildedir: Sivil Toplumun Kürt Sorununun Çözümüne Etkin Katılımı için Kapasite Geliştirme, Sivil Toplumun Kürt Sorununun Çözümüne Etkin Katılımı için Kapasite Geliştirme – II, Geçmişten Öğrenmek, Bugünü Değiştirmek, Kampanya: #90larlaYÜZLEŞMEKiçin, Sokağa Çıkma Yasakları ve Sivil Ölümler, Afiş Kampanyası: Kayıplar Nerede?, Tarihsel Diyalog ve Geçmişle Yüzleşme için Bölgesel İşbirliği Ağı, Zorla Kaybetmeler Veritabanı, Hackathon: Zorla Kaybetmelerin Hikayesini Anlatmak, Hak Savunucuları İçin Belgeleme, Hakikat için Umut Var mı?, Zor Zamanlarda Barışı Savunmak, Gençlerle Barış Atölyeleri, Türkiye’de Hafızalaştırma, Hafıza ve Sanat Konuşmaları, Türkiye’de Barış Savunuculuğunu Güçlendirmek, FAİLİ BELLİ: Yüzleşme Davaları İzleme Sitesi, Hafıza ve Gençlik, Haklara Destek – I, Türkiye’de İnsan Hakları Savunucularının Rolü ve Korunmasının Güçlendirilmesi.140
Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları kapsamında adalet ve hak mücadelesi veren bir diğer STÖ de Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı’dır (TOHAV). 1994 yılında kurulan TOHAV İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarına kayıtlı 46 avukat tarafından kurulmuştur. TOHAV’ın kuruluş amaçları arasında baskıdan arındırılmış, demokratik, katılımcı ve özgürlükçü bir hukuk anlayışına ulaşılması, bireysel, toplumsal, kültürel ve ulusal gelişmenin önündeki engellerin kaldırılması, cinsler arasındaki ayrımcılığın son bulması, çocuğun ve doğanın korunması, insan onurunun yüceltilmesi gibi hedefler yer almaktadır.141 Bu kapsamda TOHAV çeşitli projeler yürütmekte, raporlar hazırlamakta ve yayınlar çıkarmaktadır.
Türkiye’de hak ve adalet mücadelesi yürüten STÖ’ler her dönem çeşitli güçlükler yaşamıştır. Ancak son yıllarda bu güçlüklerin daha da arttığı söylenebilir. Türkiye’deki hak ve adalet mücadelelerinin karşılaştığı en önemli güçlük son yıllarda oluşturulan baskı ortamıdır. Aslında Türkiye’de baskı ortamının artmasının bir miladını tespit etmek zordur. 100 yıllık cumhuriyet tarihinde birçok kırılma yaşanmış, bu kırılmaların her biri rejimin dönüşümüne doğrudan etkide bulunmuştur. Askeri darbeler, demokrasi ve hak temelli isyanlara karşı devlet güçleri tarafından geliştirilen otoriter reaksiyonlar, azınlıkları, Kürtleri ve Alevileri hedef alan katliamlar, PKK ile süreklileşen savaş ortamında devletin sivil alana yönelik geliştirdiği baskıcı reaksiyonlar, dönem dönem gerçekleştirilen anayasal ve yasal düzenlemeler bu dönüşüme doğrudan etki eden kırılma noktalarını oluşturur. Yine de ülkenin 100 yıllık tarihindeki en sert otoriterleşme süreci 2016 sonrasında başlayan ve halen devam eden süreçte yaşanmaktadır demek yanlış olmaz.
PKK ile Türkiye Devleti arasında en ciddi müzakerelerin yürütüldüğü 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci’nin sonuçsuz kalarak yerini çatışmalara bırakması, 2013-2015 yılları arasında zirveye çıkan barış ve adalet mücadelelerine büyük bir darbe indirmiştir. Çözüm Süreci yerini, Gezi İsyanı, 2015 genel seçimlerinin sonuçları ve 2016 yılındaki askeri darbe girişiminin ardından yaşanan OHAL süreciyle birlikte ciddi bir otoriterleşmeye bırakmıştır. Bu otoriterleşme süreci adalet mücadelesinin kesintiye uğramasına neden olmuştur.
İki yıl süren OHAL sürecinde toplam 36 adet KHK yayımlanmıştır.142 Bu KHK’larda kamu görevinden ihraçlar, kurum kapatmaları ve yasal düzenlemeler gibi başlıklarda 131 bin 922 tedbir uygulanmıştır.143 Kurum kapatmalarını kapsayan tedbirlere baktığımızda çıkarılan KHK’larla 178 medya kuruluşu, 1425 dernek ve 123 vakıf kapatılmıştır.144 Sivil toplum çalışmalarına yönelik bu büyük saldırının adalet mücadelesine yansıyan pek çok sonucu olmuştur.
OHAL sürecinin bitmesinden sonra da sivil toplum çalışmalarına yönelik kısıtlayıcı ve kriminalize edici düzenlemeler sürmüştür. Özellikle derneklerin faaliyetlerine yönelik en çarpıcı düzenleme 2020’nin aralık ayında kabul edilen 7262 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’dur. Bu düzenleme terörle mücadele yasaları kapsamında hakkında soruşturma açılan Sivil Toplum Örgütü yönetici ve çalışanlarının görevden alınmasına ve bu kişilerin yerine hükümetin kayyum atamasına izin veren hükümler içerdiği için çokça tartışılmıştır. Bu kanunla terör suçlarının muğlaklaştırılmasının, keyfi değerlendirmelerle terör tanımının genişletilmesinin ve bu yönde hukuksal teamüllerin geliştirilmesinin bu dönemin en göze çarpan olguları olduğu düşünülürse kanunun hak arama ve adalet mücadelesinde yarattığı tahribatın büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
İki yıllık OHAL sürecinin ardından hayata geçirilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de adalet ve hak mücadelelerini doğrudan etkileyen bir adalet rejiminin doğmasına zemin hazırlamıştır. Modern anayasal sistemlerde, liberal demokrasilerin en belirgin özelliği olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, teoride sistemin otoriterleşmesini engelleyen en önemli hukuk normudur. Bahsedilen ilke, devlet yetkilerinin yasama, yürütme ve yargı olmak üzere farklı organlara bölünmesi suretiyle birbirlerini denetlemeleri ve sınırlandırmaları fikrine dayanır. Her ne kadar cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kuvvetler ayrılığını anayasal düzeyde güvence altına almış gibi görünse de sistemin uygulanmaya başlandığı günden bugüne kadarki pratikler, bu ilkenin gerçek hayatta çok da karşılığı olmadığını göstermektedir. Türkiye’de yargı bağımsızlığı her zaman tartışmalı olsa da son yıllardaki gelişmeler bu sorunları iyice derinleştirmiştir. Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun seçilme biçimi ve yargı mensuplarına açıkça kamuoyu önünde verilen talimatlar gibi olgular yargı bağımsızlığının ciddi biçimde gölgelenmesine neden olmuştur.
Adalet ve hak mücadelelerini etkileyen bir diğer olgu da uluslararası yargı kurumlarının değişen dünya düzeninde etki alanlarının daralması olmuştur. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2021 yılında hazırladığı Türkiye’de İnsan Hakları Mücadelesinin Değişim Hatları: İnsan Hakları Derneği Örneğinde Uluslararası Mekanizmalar, Yerelleşme ve Dayanışma başlıklı raporda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri karşısında etkisiz kalmaya başladığı ve bunda yaşanan göçmen sorununun belirleyici olduğu belirtilmiştir:
“Avrupa Birliği’nin inşa ettiği insan hakları rejimi ve mekanizmalarının yaklaşık son on yıldır Türkiye’de yaşanan ihlaller karşısında etkisiz kalmasının nedenlerini devletlerarası güç ilişkilerinde aramak gerekiyor. İnsan hakları, AB’nin en önemli politikalarından birisi olmakla birlikte, insan hakları hukukunun uygulanması ve bu uygulamada sürdürülen diplomasi, devletlerarası güç ilişkileri bakımından çelişkiler yaratmaktadır. AB’nin mülteci ve göç yönetiminde sınırlarını dışsallaştırma politikasının sonucu olarak Türkiye’nin, göçmen ve mültecilerin ‘Avrupa kalesi’ne girmesini engelleyecek ve bunun karşılığında da ‘sinirlendirilmeyecek’ ortak olarak konumlandırılması, Birliğin, Türkiye’de süregiden ihlaller karşısında pasif bir pozisyon almasına neden olmaktadır. Türkiye'nin AB için, kapı bekçiliği rolünü güçlendirmesi ve AB sınır kontrolü ve göç politikasıyla uyumlu kalması yeterli oldu.”145
Bütün bu olgular sivil toplum örgütlerinin hak ve adalet mücadelelerini ciddi bir biçimde engellemektedir. Bu da barış mücadelesi veren Sivil Toplum Örgütlerinin faaliyetlerini ciddi ölçüde etkilemiştir.
7.3. Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmalarında Kadınların ve LGBTQİ+’ların Rolü
Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği (DEMOS) tarafından yayınlanan Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi başlıklı raporu barış mücadelesi yürüten kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin barış anlayışlarını ve pratiklerini, Türkiye’de Kürt Sorununa dayalı çatışmanın barışa evirilmesi için gerçekleşmiş Çözüm Süreci’ni merkeze alarak inceleyen bir çalışmadır. Çözüm Süreci merkezli olduğu için de doğal olarak, Türk Devleti ile PKK arasında müzakerelerin yürüdüğü 2013-2015 arasındaki döneme odaklanır. Rapor Çözüm Süreci etrafında yoğunlaşan barış çabalarını ve bu doğrultuda kurulan ortaklıkları, o sürecin aktif özneleri olan kadın ve LGBTQİ+ örgütlerinin gözünden değerlendirir.146 Çalışma, barış mücadelesinde yer alan dokuz kişiyle 30 Ocak-25 Mart 2021 tarihleri arasında çevrimiçi gerçekleştirilen sekiz yarı-yapılandırılmış, derinlemesine mülakat ve bir yazılı yanıta dayanır. Çalışmaya katılan STÖ ve oluşumlar şu şekildedir: Barış için Kadın Girişimi, Hêvî Hak, Eşitlik, Varoluş İçin LGBTİ+ Derneği, Kaos GL Derneği, KeSKeSoR Amed LGBTİ+ Oluşumu, LGBTİ Barış Girişimi ve Tevgera Jinên Azad (TJA). Bu haliyle raporun bugüne kadar Türkiye’de Eleştirel Barış Çalışmaları alanında toplumsal cinsiyet perspektifi ile hazırlanmış en geniş çalışma olduğu söylenebilir. Bu nedenle bu bölümde bu çalışmaya detaylı bir şekilde yer verilecektir.
Raporun kadın ve LGBTQİ+ örgütlerinin barış mücadelesini şekillendiren politikaların ortaya konduğu 3. bölümünde pozitif barış mücadelesi çerçevesinde bir yaklaşım sunulur. Yukarıda belirtildiği gibi, pozitif barış, salt şiddetin son bulmasını hedeflemez. Buna ek olarak çatışmanın kökeninde yer alan, şiddetin sebeplerini oluşturan ve çoğu zaman çatışmanın daha da derinleştirdiği eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasını da içerir. Raporda yer verilen LGBTQİ+ ve kadın örgütlerinin aktarımlarına göre barış mücadelesinin aynı zamanda eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesini de içermesi gerekir. Örneğin bir kadın hakları mücadelesi aktivisti yapılan görüşmede şu ifadeleri kullanmıştır:
“Gerçek anlamda bir barış ortamından bahsetmek, toplumun tüm farklılıklarının eşit ve özgür bir şekilde kendisini ifade edeceği, kamusal yaşama katılacağı, ekonomik kaynaklar başta olmak üzere tüm tarihsel, toplumsal, kültürel kaynaklardan tüm toplumun eşit bir şekilde faydalanacağı, doğanın yaşamın bir parçası, bir hak öznesi olduğunun kabul edileceği özgürlükçü bir düzenin sağlanması gerekir.”147
Barış inşasının zorunlu olarak patriyarka ile mücadeleyi de gerektirdiğini vurgulayan bir LGBTQİ+ aktivisti ise şu ifadeleri kullanmıştır:
“[Barışın] bileşeninin bir tanesinin kesinlikle cinsiyet olduğunu, kesinlikle cinsel yönelim olduğunu, cinsiyet kimliği olduğunu söylemek lazım. Çünkü barış tesisi dediğimizde salt silahların susması değil, bu ön koşul, evet. (...) Tabii ki [çatışma da] kesinlikle hem feminizmin hem LGBTİ+ hareketinin dertlerinden bir tanesi ama (...) o barış sürecinin tesisi, bir kimsenin cinsiyetinden ötürü sağlığa ya da yiyeceğe, beslenmeye, barınmaya erişemediği bir dünya değil. O yüzden ben bunları barış sürecinin doğal bileşenleri olarak görüyorum.”148
Görüldüğü gibi barış inşası, aktivistler tarafından uzun soluklu bir mücadele olarak görülür. Raporda aktarılana göre barış inşası herkes için özgürlük ve eşitliğin tesisini içeren bir süreç olarak tanımlanır. Silahların susması bu uzun sürecin ilk şartı olsa da raportörlerin ifade ettiği gibi bu, atılması gereken adımlardan yalnızca biridir: “Barış için doğrudan şiddetin sona ermesine ek olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ırk ve etnisiteye dayalı ayrımcılık, sosyoekonomik eşitsizlikler gibi çatışmanın kökeninde yatan ve birbiriyle iç içe geçen tahakküm ve sömürü biçimlerinin de ortadan kalkması şart.”149
Raporda, yükselen militarizmin maskülenliği ve toplumsal cinsiyet rollerini güçlendirdiği vurgusu yapılırken görüşmecilerin bu durumla ilgili mücadele perspektifleri doğrudan görüşmelerden alınan pasajlarla desteklenir. Raporda ifade edildiği üzere, savaşın derinleştirdiği toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınlara ve LGBTQİ+’lara yönelik şiddet ve bizzat devlet yetkilileri tarafından üretilen nefret söylemlerine ek olarak çatışma ve otoriterlik, farklı biçimlerde de olsa Türkiye’nin batısında da etkisini göstermektedir. Bu yüzden batıdaki ve bölgedeki katılımcıların ortaklaştıkları nokta yürütülen barış mücadelesinin demokrasi mücadelesi olduğudur.150
Raporun tüm katılımcıları demokrasi mücadelesi ve patriyarkayla mücadelenin, barış talebi etrafında ortaklıklar kurulmasına zemin hazırladığını vurgulamaktadır. LGBTQİ+ aktivistlerine göre ise bunun yanı sıra, barış mücadelesinin kendi mücadelelerine kattığı bir başka özgün politik hat vardır. Bunu bir LGBTQİ+ aktivisti şu şekilde ifade etmektedir:
“Barış zaten LGBTİ+ hareketi içerisinde çok da yabancı bir kavram da değil. Yani kendimizle barışmak ve barışık bir eşcinsel, kendisiyle barışmış bir eşcinsel muhabbeti çok dönerdi. Halen de var. “Kendisiyle barışamamış”, dediğimiz durumlar çok olurdu. “Açılmak için ilk önce kendinizle bir barışmanız lazım, açıldıkça kendimizle barışırız”, söylemleri de hareket içerisinde oldukça fazla zikredilen ve hayata geçirilen durumlardan biri. Dolayısıyla barış kelimenin bütün anlamlarıyla LGBTİ+ hareketine ve LGBTİ+ oluşa içkin bir durum.”151
Raportörlere göre bu, doğrudan kuir kuramıyla bağlantılı bir açılımdır. Çünkü kuir teori herhangi bir kimliğin normalleştirilmesine itiraz eder ve bu LGBTİ kimlik politikasını da buradan yola çıkarak eleştirir. Bu temelde bir kimliksizleşme önerisi sunar. Bu noktada normu inşa etmenin önemli araçlarından biri olan militarizmi sorunsallaştırır. Kendisiyle barıştıktan sonra sıra militarizmin Öteki saydığı diğerleriyle barışmaya gelir.152
DEMOS Araştırma Derneği raporunda Çözüm Süreci’nin gerçekleştiği 2013-2015 dönemini temel alsa da düz çizgisel ve kronolojik bir zaman diliminden çok bu sürecin öncesindeki hazırlık sürecini ve yine bu sürecin bitişini hazırlayan 2014’teki Kobanê Olaylarının etkisini de göz önünde bulundurur. Nitekim çalışmaya katılan görüşmeciler de 2013-2015 dönemine sıkışmayan bir Çözüm Süreci dönemi tarifi yaparlar.
Rapora göre, Çözüm Süreci’nin sunduğu olanakların görüşüldüğü bölümde görüşmecilerin ilk vurguladıkları şey, daha önce hiç ulaşamadıkları düzeyde bir genişliğe ulaşmaları olmuştur. Silahların sustuğu ortamda yaptıkları barış çağrısının çok daha geniş bir kitlede karşılık bulması bu dönemin en belirgin deneyimlerinden bir tanesidir. Bir LGBTQİ+ aktivisti de barış sürecinin kendi mücadelelerine katkısından bahsederken, sürecin daha önce bir araya gelemedikleri kişi ve kurumlarla bir araya gelme imkanları yarattığını belirtmiştir: 153
Elbette Çözüm Süreci başladıktan kısa bir süre sonra başlayan Gezi Direnişi’ne ayrı bir parantez açılmalıdır. Gezi Direnişi ile Çözüm Süreci’nin kesişmesinin o dönemki Barış İçin Kadın Girişimi’nin (BİKG) mücadelesine yansıma biçimi, raporda da alıntılanan BİKG açıklamasına şu şekilde yansır:
“Bugün Türkiye, barışa ve demokrasiye her zamankinden daha hazır. Toplumun her kesiminden milyonlarca insan barış istiyor. Dört aydır bu ülkede kimse savaş yüzünden ölmedi. Bunun değerini hepimiz biliyoruz. Devletin de görmesini istiyoruz… Gerçek bir demokrasi olmadan barışın gerçekleşemeyeceğinin en belirgin tezahürü yine Gezi direnişiyle çok açık ve net olarak ortaya çıktı. Bu toplumsal talepler hızla demokratikleşme, barış ve tüm toplumun kendi hayatları hakkında karar alma ve uygulama mekanizmalarına dahil edilmesi yönünde bir irade ortaya konmadan bitmeyecek.”154
O dönemde TBMM’de toplanan çözüm komisyonu toplantısına katılan bir görüşmeci, iki konu etrafında kafa yorduklarını, birinin Çözüm Süreci diğerinin ise Gezi olduğunu belirtir. LGBTQİ+’lar da aynı dönemde benzer bir gündeme sahiptir. Gezi’nin yarattığı özgürlükçü ortamın ardından Türkiye’nin büyük şehirlerinin dışında birçok bölgesinde artan LGBTQİ+ örgütlenmelerinin Kürt coğrafyalarındaki görünürlüğü de artmıştır. Bu örgütlülük ve görünürlük LGBTQİ+ hareketinin barış çalışmalarına katılımını da artırmıştır. Artık LGBTQİ+lar “Barış için biz de varız” demeye başlamıştır. Bu durum kadın ve LGBTQİ+ örgütlerinin barış mücadelesini demokrasi mücadelesinden ayrı düşünmediğinin bir diğer örneğidir. Çözüm Süreci’nde kadın örgütleri ve feministler müzakere sürecine dahil olmaya ve kendi taleplerini barış masasına taşıma fırsatı yakalar. Ayrıca kadın ve LGBTQİ+ örgütleri toplumsal cinsiyet alanındaki çalışmalarında bu süreçte farklı yöntem ve araçlar kullanarak eylem repertuvarlarını da genişletir. Feministler yine bu süreçte müzakere sürecine “üçüncü göz” olarak dâhil olmaya dair tartışmalar yapar. Ve son olarak, özellikle Kürt kadınlar barış, kadın politikası ve demokrasi arasında kurdukları ilişki çerçevesinde çalışmalar yürütürler.155
Bu süreçte kadın örgütleri farklı ittifaklar da kurar. Kadınların barış mücadelesi sürecinde kurdukları ittifakların başında, farklı kesimlerden kadınların bir araya gelerek oluşturdukları Barış İçin Kadın Girişimi gelir. BİKG bünyesinde Kürt bölgelerindeki kadınlar ile batıdaki kadınların mücadelelerinde ortaklaştıkları başlıklar vurgulanır. Bu başlıklardan bir tanesi savaş bütçesidir. Savaş bütçesinin tüm kadınların yaşamlarından çalınan bir toplamı ifade ettiği belirtilirken, savaşa ayrılan bütçe ile toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için neler yapılabileceği analiz edilir. BİKG, böylece tüm kadınları barışın öznesi yapma yaklaşımını benimser. LGBTQİ+’lar da Çözüm Süreci’nin bitişinin ilan edilmesinden kısa bir süre sonra, LGBTİ+ Barış Girişimi adı altında bir araya gelir. 2015’in ağustos ayında kurulan LGBTİ+ Barış Girişimi; Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), LGBTİ+ ve vicdani ret derneklerinden temsilciler, öğrenci toplulukları ve bağımsız aktivistlerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Kuruluş bildirisinde Suruç Katliamının anılmasının ardından Kürt sorununun demokratik çözümü zeminine geri dönülmesi talep edilir.156
BİKG çatısı altındaki ortak mücadelenin farklı bileşenleri ortak söylem geliştirme konusunda zaman zaman görüş ayrılıkları da yaşar. Görüşmecilerin aktardıklarına göre, örneğin “Silahlar sussun, barış konuşsun” sloganın muhataplığı konusunda batıdaki kadınlarla Kürt kadın aktivistlerin yer yer ayrıştıkları belirtilir. Politik görüşün benzer olmasına rağmen söylemin ayrışmasına neden olan bu durum, bazı kesimlere seslenememekle sonuçlanır.157
Raporda Sivil Toplum Örgütlerinin barış sürecinde kurdukları ittifaklar ve ortak mücadele araçlarında üzerinde tartışma yaşanan ya da suskun kalınmak zorunda kalınan bir konunun da toplumsal cinsiyet ve cinsellik olduğu belirtilir. Geniş bir kesime hitap etmenin yarattığı bu sınırlılık, bu geniş ittifakın dünya görüşü açısından heterojen olmasından kaynaklanır. Bu noktada muhafazakâr ya da feminist olmayan bir kesime hitap edildiğinde, ister istemez bazı konuların rafa kaldırılmak zorunda kalındığı görüşmeciler tarafından aktarılır. Bir görüşmeci bu sınırlılıktan kaynaklı olarak iktidarın aile politikalarını tartışamadıklarını ve ‘makbul aile’, ‘makbul kadın’ gibi dayatmaları tartışmaya dahi açamadıklarını belirtmektedir. Bir LGBTQİ+ aktivisti de benzer bir sınırlılıktan kaynaklı olarak cinsellik konusunda bir tartışma yürütemediklerini belirtmektedir. Raportörlere göre bu durum, LGBTQİ+’ların barış mücadelesinde kabul görebilmek için makbul LGBTQİ+’lar olarak davranmak zorunda kalmalarına yol açmıştır.158 Sivil Toplum Örgütlerinin barış mücadelesi etrafında yan yana gelişlerinin yarattığı sorunlardan bir diğeri tokenizm ilişkisidir. Bianet’in Haberde Toplumsal Cinsiyet sözlüğüne göre tokenizm, “bir kuruluşun cins, farklılık, engellilik, ırk, yaş, din, ya da etnik kimliklere karşı duyarsızlık suçlamasından kurtulmak amacıyla tek bir bireyi, ya da önemsiz sayıda insanı saflarına almasını anlatmak için kullanılır.”159 Bu noktada bir LGBTQİ+ aktivistin LGBTQİ+’ların salt cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile sınırlı olarak barış mücadelesinin bir parçası olarak tanınmalarından duyduğu rahatsızlığı dile getirir. Öte yandan tersi bir eleştiri de söz konusudur. Bir başka LGBTQİ+ aktivisti, LGBTQİ+ hareketinin Kürt sorununa yaklaşımının “Kürtçe web sitesi” ile sınırlı olmasını ve genel olarak hareketin Kürt Sorununa teması konusundaki yetersizliğini eleştirir.160
2015 yılında ilan edilen OHAL ortamı ve onu takip eden süreçte şekillenen otoriter rejim, barışa dair söz söylemeyi ve eyleme geçmeyi zorlaştırmıştır. Yükselen otoriterleşme Türkiye’deki birçok alandaki sivil toplum mücadelesinin gerilemesine, barış gibi taleplerin kriminalize edilmesine dâhi yol açmıştır. Kadın ve LGBTQİ+ örgütlerinin bu süreçte yaşadıkları en büyük sorunun bu kriminalizasyon süreci olduğu DEMOS’un aynı raporunda ortaya konulur. Raporda da değinildiği üzere yasaklamalar hızla yaygınlaşmaya başlar. Örneğin Kasım 2017 itibariyle Ankara Valiliği her tür LGBTQİ+ etkinliğini yasaklar. Bu tarz yasaklar faaliyet alan ve biçimlerini doğrudan etkiler.161
Aynı raporda deneyimlerine yer verilen kadın ve LGBTQİ+ aktivistleri bu süreçte yaşadıkları sorunlara değinir. Bir LGBTQİ+ aktivisti bu süreçteki yasaklamaların faaliyetleri üzerindeki etkisini şu şekilde belirtir:
“Hâlihazırdaki, biraz önce barış sürecinde de anlattığım faaliyetleri yapamaz hale gelince bunları örgütlemenin yöntemini değiştirmek durumunda kaldık, çünkü mesela eskiden bir konferansın çağrısını önceden internet sitesinden yapar, Facebook’ta duyururduk. Artık böyle yapmamaya başladık çünkü artık bizim gideceğimiz etkinliğe biz gitmeden polisler gelmeye başlıyordu... Dolayısıyla bir savaş süreci gibi bir şeydi bu bir taraftan.”162
Bu, genel bir süreçtir ve yıldan yıla etkisini arttırarak günümüze dek varlığını sürdüren bir otoriterlik hali biçiminde şekillenmiştir. Ancak bu süreçten en çok etkilenenler kuşkusuz kadınlar ve LGBTQİ+’lar olmuştur.
Bu süreçte önemli çalışmalar yürüten ve Eleştirel Barış Çalışmaları alanında toplumsal cinsiyet perspektifi ile bir rapor yayınlayan bir diğer Sivil Toplum Örgütü de KeSKeSoR Amed LGBTİ+ Oluşumu’dur. KeSKeSoR Amed LGBTİ+ Oluşumu “Orduların birbirlerine yönelttiği silahlarla LGBTİ+’lara yönelen silahlar arasında bir ayrım yoktur” anlayışından yola çıkarak, çoklu ve kesişimsel bir mücadeleye denk düşen bir çalışma ortaya koyar. Johan Galtung’un doğrudan, yapısal ve kültürel şiddet olmak üzere üç başlıkta incelediği şiddet kategorizasyonunu kullanan KeSKeSoR Amed LGBTİ+ Oluşumu, Yakın Geçmişten Olası Geleceğe Barışı Yeşertmek: 2013-2018 yılları Arasında Diyarbakır’da Yaşayan LGBTİ+’lar başlıklı raporunda Diyarbakır’da yaşayan LGBTQİ+’lar özelinde, aile içinde, eğitim, sağlık ve adalet kurumlarında, çalışma hayatında ve çeşitli siyasal alanlarda ayrımcı tutumların nasıl şekillendiğini ve ayrımcılıkla nasıl mücadele edildiğini görmeyi ve bunu yaparken araştırmayı belli bir zamansal çerçevede ele almayı amaçlar. Bu çalışmayı ortaya koyarken barış dönemi ile savaş dönemi karşılaştırması yapılarak kalıcı bir barışın kapsamı ve imkânları tartışılır. Barış dönemi olarak tanımlanan dönem, 21 Mart 2013’te Diyarbakır Newroz’unda Öcalan’ın mektubunun okunmasıyla ilan edilen ve 24 Temmuz 2015’te Türk Hava Kuvvetlerinin Kandil, Zap, Metîna, Garê, Haftanîn, Avaşîn ve Xakurkê bölgelerine yönelik hava saldırısına kadar süren, kamuoyunda Çözüm/Barış Süreci olarak adlandırılan dönemi kapsarken, savaş dönemi ise sözü edilen operasyonun başlangıcı ile 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi sağlayan halk oylaması arasındaki dönem için kullanılır. Söz konusu çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmış, görüşmecilerle yapılan görüşmeler yarı yapılandırılmış görüşme formları aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. İki ana bölümden oluşan görüşme formunun ilk bölümünde görüşmecilerin demografik bilgileri yer alırken, ikinci bölümde görüşmecilerin 2013-2018 yılları arasında (1) adalete erişimleri, (2) sağlığa erişimleri, (3) siyasete katılımları, (4) eğitim hayatları, (5) çalışma hayatları ve (6) aile ortamında cinsel yönelim/cinsiyet kimliği temelli maruz bırakıldıkları ayrımcılıklar ve bu ayrımcılıklarla baş etme yöntemlerinin tespitine yönelik sorular yer alır.163
Araştırmanın evrenini 2013-2018 yılları arasında Diyarbakır’da yaşayan LGBTQİ+’lar oluştururken, kartopu yöntemi kullanılarak erişilen 16-43 yaş aralığında 75 görüşmeci, araştırmanın örneklemini oluşturur. LGBTQİ+’ların eşit temsilini sağlamak için benzer sayıda lezbiyen, gey, biseksüel (kadın/erkek), transseksüel (kadın/erkek), interseks ve +’lara göre tabakalı örneklem modelinin kullanıldığı araştırmada 10 lezbiyen, 19 gey, 21 biseksüel, 15 trans ve 10 + görüşmeciye ulaşılırken, intersekslere erişim sağlanamadığı kaydedilmiştir.164
Çalışma kapsamında görüşülen 75 kişinin etnik dağılımı şu şekilde ifade edilmiştir: Kürt (Kurmanç-Zaza) olan 62, Ermeni olan 5, Türk olan 4 ve Fars olan 1 kişi. 1 görüşmeci etnik kimliğinin olmadığını, 1 görüşmeci ise etnik kimliğini tanımlamadığını beyan etmiş; 1 görüşmeci babasının Kürt, annesinin Türk olduğunu belirtmiştir. Bu görüşmeci ile 1 Ermeni, 1 Fars ve etnik kimliği olmayan/tanımlamayan 2 görüşmeci anadillerinin Kürtçe; 5 Kürt ise anadillerinin Türkçe olduğunu ifade etmiştir. Diyarbakır’da yaşayan LGBTİ+’lar söz konusu olduğunda örneklemin etnik kimliğinin ağırlıklı olarak Kürt ve anadilinin ağırlıklı olarak Kürtçe olduğu vurgulanmıştır.165
Çalışmada Diyarbakır’da yaşayan LGBTQİ+’ların cinsel yönelim/cinsiyet kimlikleri haricinde etnisite, anadili, siyasi görüş, sosyo-ekonomik durum, içinde yaşadıkları ortam gibi çeşitli faktörlerin özgün bir kesişimselliğini yaşadıkları belirtilir. Örneğin cinsel yönelim/cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa maruz bırakıldığını ifade eden 69 görüşmeci içinden 54’ü etnisite, 50’si siyasi görüş ve 35’i de anadili temelli ayrımcılığa da maruz bırakıldığını ifade etmiştir. Bununla beraber, cinsel yönelim/cinsiyet kimliği, etnisite ve siyasi görüş temelli ayrımcılığa maruz bırakıldığını ifade eden 45 görüşmeci yer almıştır.166
İkinci bölümünde LGBTİ+’ların maruz kaldıkları ayrımcılık türlerinin öyküsüne yer verilen çalışmada 6 başlık altında ayrımcılık öykülerine yer verilir. 2013-2018 yılları arasında adalete erişim, sağlığa erişim, siyasete katılma, eğitim, çalışma ve aile ortamlarında yaşanan ayrımcılıkların sorulduğu bu bölümde yaşanan sıkıntılar şu şekilde ifade edilmektedir:
1. Adalete Erişim: Görüşmeciler arasında 2013-2018 yılları arasında adalete erişimi gerektirecek bir sorun yaşadığını beyan edenlerin sayısı 44, bu sorunların cinsel yönelim/ cinsiyet kimliği temelli olduğunu beyan edenlerin sayısı 25’tir. Bunların içinden adli mercilere başvuranların sayısı 17’dir. Bununla birlikte cinsel yönelim/cinsiyet kimliği temelli olmasa da adalete erişimi gerektirecek herhangi bir sorun yaşayanların sayısı 19’dur. Bunların içinden adli mercilere başvuranların sayısı ise 9’dur. Dolayısıyla 2013-2018 yılları arasında adli mercilere başvuruda bulunan görüşmeci sayısı 26’dır.167
2. Sağlığa Erişim: 2013-2018 yılları arasında tüm görüşmeciler muayene, kontrol, ameliyat, refakat, ilaç temini, kan bağışı, tıbbi konsültasyon veya terapi hizmeti almak üzere sağlığa eriştiklerini ifade etmişlerdir.168
3. Siyasete Katılım: Oy kullanma, basın açıklamasına katılma, greve katılma, eyleme/yürüyüşe katılma, mitinge katılma, bildiri, basın bülteni gibi bilgilendirici materyal çalışmasında görev alma, siyasi görüşü doğrultusunda sosyal medyada ileti paylaşma, siyasi görüşü doğrultusunda STK, sendika, meslek odası ya da siyasi parti içinde faaliyet yürütme gibi alt kategorizasyonların olduğu bu başlıkta görüşmecilerin 71’i bu faaliyetlerden bir ya da birden fazlasını icra ederek siyasete katıldıklarını belirtmişlerdir.169
4. Eğitim Hayatı: Görüşmecilerin 64’ü 2013-2018 yılları arasında çeşitli tür ve kademelerde eğitim aldıklarını belirtmişlerdir.170
5. Çalışma Hayatı: Görüşmecilerin çalışma yaşamına katılımlarının ölçüldüğü bu maddede görüşmecilerden 56’sı (%75) 2013-2018 yılları arasında bir işte çalıştığını ifade ederken bunların 38’i (%68) özel sektörde, 11’i (%20) kamuda ve 7’si (%13) bağımsız çalıştıklarını beyan etmişlerdir.171
6. Aile Hayatı: Aile hayatının nasıl tanımlandığına dair bir sorunun yer aldığı bu maddede çeşitli biçimlerde tanımlanan aile yaşantısına dair veriler elde edilmiştir. 75 görüşmeciden 73’ü 2013-2018 yılları arasında bir aile ortamında yer aldıklarını belirtmişlerdir.172
Çalışmanın barış ve savaş dönemlerinin karşılaştırıldığı bölümünde Diyarbakır’daki LGBTQİ+’ların barış ve savaş dönemlerinde yaşadıkları ayrımcılıkların niceliksel bir karşılaştırmasına yer verilmektedir. Barış ve savaş dönemlerinin yanı sıra araştırmanın yapıldığı 2019 yılında sürmekte olan kimi vakalar da üçüncü bir başlık olarak Süregelen başlığı altında belirtilmiştir. Buna göre oluşturulan tablo aşağıdaki gibidir:173
Barış Dönemi | Savaş Dönemi | Süregelen | |
Adalete Erişim | 3 | 15 | - |
Sağlığa Erişim | 1 | 18 | - |
Siyasete Katılım | 10 | 9 | 7 |
Eğitim Hayatı | 8 | 16 | 6 |
Çalışma Hayatı | 5 | 15 | 4 |
Aile Ortamı | 6 | 24 | 13 |
Tablodan da anlaşılacağı üzere ayrımcılık vaka sayıları barış dönemine göre savaş döneminde anlamlı düzeyde artmıştır. Araştırmacılara göre bu artış, bu ayrımcılıkların salt yapısal olmaktan öte özellikle savaş dönemi koşullarıyla ilgili olduğunu göstermektedir.174
Barış ve savaş dönemlerine göre ayrımcılık ve şiddet türlerinin dağılımı ise şu şekildedir:175
Ayrımcılığa Maruz Bırakılma | Fiziksel Şiddet | Sözel Şiddet | Psikolojik Şiddet | Ekonomik Şiddet | Cinsel Şiddet | |
Barış Dönemi | 63 | 19 | 52 | 60 | 14 | 10 |
Savaş Dönemi | 127 | 34 | 105 | 125 | 28 | 17 |
Tablodan da görüleceği üzere görüşmecilerin barış dönemine kıyasla savaş döneminde ortalama iki kat daha fazla ayrımcılığa maruz bırakıldığı gözlenmektedir. Savaş bölgesinde yaşayan LGBTQİ+’ların savaş ve barış dönemlerinde yaşadıkları ayrımcılıkların tür ve şiddetini karşılaştırmalı olarak ölçen bu araştırma, yaşanan ayrımcılıkların savaş dönemlerinde anlamlı düzeyde artış gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu da barış talebi ile demokrasi, toplumsal cinsiyet eşitliği, ayrımcılıkla mücadele gibi alanların kesişimsel ele alınmasının Türkiye özelinde daha da anlamlı olduğunu ortaya koyar.
Sonuç
Türkiye’de Kürt Sorununun varlığı barış mücadelesini ve özellikle de Eleştirel Barış Çalışmalarını oldukça önemli kılmaktadır. Bu alanda faaliyet gösteren farklı kesimlerden çok sayıda Sivil Toplum Örgütü ve aktivist vardır. Bu alanda yürütülen faaliyetlere bakıldığında barış mücadelesinin eleştirel ve kesişimsel bir anlayışla yürütüldüğü görülür. Bu anlamda barış mücadelesi Türkiye’deki demokrasi, hak ve adalet mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Bu alanda faaliyet gösteren aktörler, kalıcı barışın ve demokrasinin mekanizmalarının nasıl oluşturulacağı üzerine de çalışmalar yapmaktadır. DEMOS Araştırma Derneği’nin Kolombiya’daki barış müzakerelerini incelediği raporun sonuç bölümünde yer alan Türkiye için öneriler kısmı bu anlamda oldukça önemlidir.
Ancak önceki bölümlerde de görüldüğü üzere Türkiye’deki en önemli sorun olmakla birlikte tek sorun Kürt Sorunu değildir. Toplumsal barışın sağlanması için öncelikle ve mutlaka Kürt Sorununun çözülmesi ve hak kayıplarının telafi edilmesi gerekmektedir. Bu sürece toplumun geniş kesimlerinin katılımının sağlanacağı, yapısal eşitsizliklerin giderilmesini hedefleyen kapsamlı bir demokratikleşme programı eşlik etmelidir. Özellikle 15 Temmuz sonrasında giderek otoriterleşen siyasal rejim bugün Türkiye’deki bütün hak ve barış mücadelelerini kriminalize etmekte, kadınları ve LGBTQİ+’ları hedef göstermektedir. Bu yüzden toplumun farklı kesimlerinin hak mücadelesi ile barış mücadelesi mutlaka birlikte ele alınmalıdır.
Türkiye’de pozitif barışın sağlanması ve kayıpların telafi edilmesi için geçiş dönemi adaleti ve onarıcı adalet mekanizmalarının işletilmesi oldukça önemlidir. Özellikle son yıllarda artan hak ihlalleri, toplumsal barış ve uyumun sağlanması için yüzleşme, hakikat ve uzlaşma komisyonları gibi mekanizmaların formel hukuk süreçleriyle birlikte yürütülmesi ihtiyacını açığa çıkarırken, bu sürece toplumsal cinsiyet perspektifinin güçlü bir şekilde dahil edilmesi gerekir.
Kaynakça
Alıcı, N. & Sunca, Y. (2018). “Yerel Eleştirinin Evrenseldeki İnşası: Barış Çalışmalarına Avrupa Merkezciliğin Ötesinden Bakmak”, Off University Conference Proceedings.
Atmaca, A. Ö. ve Gözen Ercan, P. (2018). “Uluslararası Güvenliği Yeniden Düşünmek: Uluslararası İlişkiler Disiplininde Feminist Eleştiriler”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 13, Sayı 59, s. 19-31, DOI: 10.33458/uidergisi.523824.
Barış İçin Akademisyenler (BAK) (ty). “Hakkımızda”, https://barisicinakademisyenler.net/node/1 erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
BAK (2016). “Bu suça ortak olmayacağız! Em ê nebin hevparên vî sûcî!”, https://barisicinakademisyenler.net/node/62 erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Barış Vakfı (ty). “Hakkımızda” http://barisvakfi.org/hakkimizda/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Barış Vakfı (ty). http://barisvakfi.org/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Barış Vakfı (2018). Barışın Elkitabı. İstanbul: Barış Vakfı. Broşür için bkz. http://barisvakfi.org/barisin-el-kitabi/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Beraberce (ty). “beraberce Değişim Programları: Hafıza Mekanları”, https://www.beraberce.org.tr/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Beraberce (ty). “Eğitim Programları”, https://www.beraberce.org.tr/project/beraberce-akademi/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Beraberce (2022). “Barış Kültürü Eğitimi Ağı PeaCE Net”, https://www.beraberce.org.tr/project/baris-kulturu-egitimi-agi-peace-net/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Bilener, T. ve Büyükakıncı, E. (2018). “John Paul Lederach”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, s. 506-531, Ankara: Adres.
Bilgin Aytaç, G. (2018). “Carol Cohn”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, Ankara: Adres, s. 614-636.
Bor, G., Daşlı, G. Ve Alıcı, N. (2021). Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi. İstanbul: DEMOS
Botcharova, O. (2002). “Implementation of Two Track Diplomacy: Developing a Model of Forgiveness”, Ed. Raymond G. Helmick, S. J. ve Rodney L. Peterson Forgiveness and Reconciliation: Religion, Public Policy and Conflict Trnasformation içinde, s. 279-304, Pennsylvania: Tempelton Foundation Press.
Burton, J. (1990). Conflict: Resolution and Prevention. New York: St. Martin’s Press.
Büyükbaş, H. Ve Atıcı, N. (2013). “Liberal Barış Kuramı: Eleştirel Bir Değerlendirme”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 40, s. 1-19.
Cloke, K. (2001). Mediating Dangerously: The Frontiers of Conflict Resolution. New York: John Wiley & Sons.
Çiçek, C. (2015). Ulus, Din, Sınıf: Türkiye’de Kürt Mutabakatının İnşası. İstanbul: İletişim.
Daly K. and R. Immarigeon (1998) “The past, present, and future of restorative justice: some critical reflections.” The Contemporary Justice Review 1 (1): 21-45.
Daşlı, G., Alıcı, N. ve Flader, U. (2017). Kadınların Barış Mücadelesinde Dünya Deneyimleri: Sırbistan, Kosova, Sri Lanka, Suriye. İstanbul: Demos.
Daşlı, G., Alıcı, N. ve Poch Figueras, J. (2018). Barış ve Toplumsal Cinsiyet: Kolombiya Barış Süreci. Ankara: Demos.
Democratic Progress Institute (2013a). A Pot Pourri of Civil Society Action for Conflict Transformation and Peacebuilding. London: DPI.
Democratic Progress Institute (2013b). Geçiş Dönemi Adaleti Önündeki Engeller ve Fırsatlar: Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları. Londra: DPI.
Democratic Progress İnstitute (2014). Çatışma Çözümünde Sivil Toplumun Rolü: Yuvarlak Masa Toplantısı. London: DPI.
Democratic Progress Institute (2015). Çözüm Süreci: Kazanımlar ve Tehditler. London: DPI.
Deutsch, M. (2006). “Cooperation and Competition”, Eds. Morton Deutsch, Peter T. Coleman, Eric C. Marcus The Handbook of Conflict Resolution içinde, s. 23-42, San Fransisco: John Wiley & Sons.
DEMOS (ty). “Barış ve Uzlaşma” https://demos.org.tr/k/baris-ve-uzlasma/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (ty). “Biz Kimiz?”, https://demos.org.tr/hakkimizda/biz-kimiz/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2017). “Kadınların Barış Mücadelesi”, https://demos.org.tr/projeler/kadinlarin-baris-mucadelesi/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2018). “Toplumsal Cinsiyet ve Barış: Kolombiya Barış Süreci”, https://demos.org.tr/projeler/toplumsal-cinsiyet-ve-baris-kolombiya-baris-sureci/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2020). “DEMOS’tan Sesler”, https://demos.org.tr/projeler/demostan-sesler/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2021). “Barış STÖ’leri”, https://demos.org.tr/projeler/baris-stoleri/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2021). ““Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi araştırma raporu yayında!”, https://demos.org.tr/k/turkiyede-kadin-ve-lgbti-orgutlerinin-baris-mucadelesi/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2021). “Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi”, https://demos.org.tr/projeler/turkiyede-kadin-ve-lgbti-orgutlerinin-baris-mucadelesi/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2021). “Tüzük”, https://demos.org.tr/hakkimizda/tuzuk/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2021). “Yerelden Barış”, https://demos.org.tr/projeler/yerelden-baris/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DEMOS (2022). “Barışı Gündemleştirmek: Kadın, LGBTİ+ ve Gençlerin Barış Süreçlerine Katılımının Desteklenmesi”, https://demos.org.tr/projeler/barisi-gundemlestirmek-kadin-lgbti-ve-genclerin-baris-sureclerine-katiliminin-desteklenmesi/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
DİSA (ty). https://disa.org.tr/disa/ erişim tarihi: 5 Kasım 2022.
Egbatan, M. (2013). “Nasıl Bir Barış Süreci: Geçiş Dönemi Adaleti ve Toplumsal Cinsiyet”, Fe Dergi 5, No: 2, 8-19.
Erem, O. (2018). OHAL sona erdi: İki yıllık sürecin bilançosu. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-44799489 erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
Fahrioğlı Akın, F. (2019). Enformel Arabulucuların Mikro Çatışma Çözümündeki Rolleri: Diyarbakır Örneği. International Journal of Kurdish Studies 5 (2), 393-421 DOI: 10.21600/ijoks.543133.
Fidan, A. ve Göçer, A. (2022). Yakın Geçmişten Olası Geleceğe Barışı Yeşertmek: 2013-2018 yılları Arasında Diyarbakır’da Yaşayan LGBTİ+’lar. https://turkey.fes.de/fileadmin/user_upload/pdf-files/2022/keskesor-bakad-barisi-yesertmek.pdf erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
Galtung, J. (1996). Peace by Peaceful Means: Peace and Conflict, Development and Civilization. London: Sage.
Galtung, J. (2000). Conflict Transformation by Peaceful Means (the Transcend Method). United Nations. https://www.transcend.org/pctrcluj2004/TRANSCEND_manual.pdf erişim tarihi: 14 Ağustos 2022.
Galtung, J (2009). Çatışmaları Aşarak Dönüştürmek. Çev. Havva Kök. Ankara: USAK.
HDK (2014). “Program: Halkların Demokratik Kongresi 5. Genel Kurulu Değişiklikleriyle” https://www.halklarindemokratikkongresi.net/hdk/program/1746 erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
İHD (2013). “1990-2012 PKK Militanları Tarafından Alıkonulanlar Raporu” https://www.ihd.org.tr/1990-2012-pkk-mltanlari-tarafindan-alikonulanlar-rapor/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi (ty). Çalışma Alanları. https://hakikatadalethafiza.org/calisma-alanlari/ erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi (ty). “Geçiş Dönemi Adaleti Hakkında”, https://hakikatadalethafiza.org/gecis-donemi-adaleti-hakkinda/ erişim tarihi: 1 Ekim 2022.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi (ty). Projeler. https://hakikatadalethafiza.org/calisma erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
İHD (2014). “Hakkımızda”, https://www.ihd.org.tr/hakkimizda/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
İHD (2022). https://www.ihd.org.tr/?s=bar%C4%B1%C5%9F erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Lederach, J. P. (1999). Building Peace: Reconciliation in Divided Societies. Washington, DC: United States Institute of Peace.
Oruç, H. ve Kök Arslan, H. (2018) “Wolfgang Dietrich”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, s. 1532-551, Ankara: Adres.
Özbek, M. (2005). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin “Ceza Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk” Konulu Tavsiye Kararı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 7, Sayı: 1, s. 127-166.
Özbek, M. (2007). Avrupa Birliğinde Alternatif Uyuşmazlık Çözümü. TBB Dergisi, Sayı: 68, s. 265-320.
Paffenholz, T. (2009). Summary of Results for a Comparative Research Project: Civil Society and Peacebuilding. Geneva: Graduate Institute of International and Development Studies, The Center on Conflict, Development and Peacebuilding.
Paffenholz, T. (2015). “Civil Society and Peace Building”, Development Dialogue, No: 63, s.108-118.
Parkinson, J. Ve Roche, D. (2004). “Restorative Justice: Deliberative Democracy in Action?”, Australian Journal of Political Science, 39: 3, s. 505-518. DOI: 10.1080/103614042000295101
Romya Bilgin, K. (2018). “Johan Galtung”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, s. 174-207, Ankara: Adres.
Sade, G. (2020). 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kaç kişi görevinden ihraç edildi, kaç kişi tutuklandı? https://tr.euronews.com/2020/07/15/verilerle-15-temmuz-sonras-ve-ohal-sureci erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
Salman, F. ve Ergün, A. (2017). OHAL’de Kapatılan Kurumlar. https://m.bianet.org/kurdi/siyaset/182427-ohal-de-kapatilan-kurumlar erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
Sessiz Kalma (2022). Cumartesi Anneleri/İnsanları. https://www.sessizkalma.org/tr/savunucu/cumartesi-anneleriinsanlari erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
TBMM (2013). Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. https://www.tbmm.gov.tr/Files/MeclisArastirmasiKomisyonlari/CozumSureci/Dokumanlar/cozum_kom_raporu.pdf erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
TOHAV (2017). Amacımız. https://www.tohav.org/amacimiz erişim tarihi: 25 Eylül 2022.
Toker Kılınç, N., Akbaş Demirel, C., Körükmez, L. ve Biter, N. (2021). Türkiye’de İnsan Hakları Mücadelesinin Değişim Hatları: İnsan Hakları Derneği Örneğinde Uluslararası Mekanizmalar, Yerelleşme ve Dayanışma, Ankara: TİHV.
Türkiye Genç Barış İnşacıları (ty). “Biz Kimiz?” https://ypturkey.org/hakkimizda/ erişim tarihi: 24 Eylül 2022.
Türkmen, F. (2018). “Woodrow Wilson”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, s. 62-85, Ankara: Adres.
UNDP ve T.C. Adalet Bakanlığı (2009). Ceza Uyuşmazlıklarında Uzlaşma El Kitabı.
Wenzel, M., Okimoto, T. G., Feather N. T. ve Platow, M. J. (2008). “Retributive and Restorative Justice”, Law Hum Behav, 32, s. 375-389.
Yalvaç, F. (2018a). “Jean-Jacques Rousseau”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, Ankara: Adres, s. 12-37.
Yalvaç, F. (2018b). “Immanuel Kant”, Ed. Erhan Büyükakıncı Barış Çalışmaları içinde, s. 38-59, Ankara: Adres.
* Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. This publication or parts of it can be used by others for free as long as they provide a proper reference to the original publication. The content of the publication is the sole responsibility of Off-University. Organisation für den Frieden e.V. and does not necessarily reflect a position of RLS.