
Description
This blog entry is part of the series "Gendered Aspects of Peace and War in Turkey" - Blog IX
Bu yazı 'Barış ve savaşın toplumsal cinsiyetlendirilmiş yönlerine' odaklanan bir blog serisinin parçasıdır - Blog IX
Kosova ve Sırbistan’da Barış İnşa Eden Kadınlar ve LGBTİ+: Türkiye için çıkarımlar
Nisan Alıcı
Çeviren: Meral Camcı
Bir önceki1 gibi bu blog yazısı da DEMOS Araştırma Derneği’nce yürütülen “Kadınların Barış Mücadelesinde Dünya Deneyimleri: Sırbistan, Kosova, Sri Lanka ve Suriye” 2 başlıklı araştırma projesinin bulgularından yararlanıyor. Türkiye açısından bağlantı noktalarını ve çıkarımları belirlemek için, aynı zamanda yakın tarihli “Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi” başlıklı araştırmamızdan da yararlanıyor. 3. Başarısız darbe girişiminin (Temmuz 2016) ardından Türkiye’de barış aktivistlerinin barış mücadelesine girişecek alan kalmadığını hissettikleri bir baskı dönemine girildi. 2015'te barış sürecinin çökmesine kadar geçen yıllarda artan umutlar ve son derece canlı olan sivil alan düşünüldüğünde bu durum sivil toplum aktörleri açısından oldukça dramatik bir değişimdi. Daralan sivil alan barış üzerine kamusal tartışmaların zengin zeminini parçaladı.
Benzer baskıcı bağlamların barış mücadelesini engellediği, ama aynı zamanda gerekli kıldığı diğer ülkelerdeki örneklere odaklanmaya bu zeminde karar verdik. Yugoslav savaşları4 sırasında ve sonrasında barış aktivizminin aldığı farklı pek çok biçimi öğrenmeyi amaçlayarak dikkatimizi Sırbistan ve Kosova'ya çevirdik. Kosova ve Sırbistan'a saha gezisini de içeren veri toplama sürecinde çok şey öğrendik ve araştırmacılar olarak kendimizi daha umutlu bir konumda bulduk. 1990'larda Yugoslavya'da ne kadar çok kadının zorlu savaş koşullarında harekete geçmenin yollarını bulduğunu ve günümüzün savaş karşıtı, anti-militarist, feminist mücadelelerine ulaşan güzergahı nasıl inşa ettiğini okumak ve dinlemek umut vericiydi. Bu duyguyu Türkiye'de yıllardır barış için mücadele eden diğer insanlarla da paylaşmak amacıyla 2017'de Türkiye, Sırbistan ve Kosova'dan kadın ve LGBTİ+ barış aktivistlerini, politikacıları ve araştırmacıları bir araya getiren uluslararası bir konferans düzenledik. 5 Pek çok katılımcı, siyasi bağlamlardaki farklılıklara rağmen kadınların barış aktivizmindeki benzerlikleri ve koşutlukları görmenin güçlendirici olduğuna dikkat çekti. Bu blog yazısı, farklı ortamlarda sürdürülen barış aktivizminin nasıl ortaklaştığını göstermek amacıyla bu koşutluklardan kimilerine değiniyor.
Savaş suçlarına ortak olmayı reddetmek
Sırbistan'da savaş yıllarının kolektif hafızası büyük ölçüde mağduriyete ilişkin resmi anlatılarla şekillendi. Resmi söylem, 1990'larda komşu ülkelerde bizzat Sırp güçlerinin faili olduğu olaylara nadiren değiniyor. Ancak Bosna-Hersek ve Kosova'da Sırplara karşı işlenen suçlar ve 1999'da NATO'nun Belgrad'ı bombalaması halk nezdinde törenlerle anılıyor. Resmi devlet söylemi, diğer ülkelerin Sırp güçleri tarafından asla mağdur edilmediği mesajını veriyor.6 Bu arka plana rağmen, Sırbistan'da Yugoslav savaşlarının ilk günlerinden beri bir savaş karşıtı hareket söz konusuydu. Savaş bittiğinde, geçmişle yüzleşmeye odaklandılar. Talepleri arasında adalet, hesap verebilirlik ve savaş suçları hakikatinin ortaya çıkarılması ve sessizliğin ve inkarın kırılması yer alıyordu.
1990'larda Yugoslavya savaşlarla sarsılmaya başladığında, feminist aktivistler savaştan kimin sorumlu olduğunu tartışmaya başladılar. Bu, sorulması zor ve kimi zaman ayrıştırıcı bir soruydu. 7 Ancak kadınların barış aktivizmi, kadınların Sırp siyasetçilerin milliyetçi ve militarist projesine karşı duruşuna dayanıyordu. 8. Önde gelen örgütlerden biri olan Siyah Giyen Kadınlar, 1991 yılında anti-militarist ve feminist bir örgüt olarak kuruldu. Belgrad'ın en merkezi yeri olan Cumhuriyet Meydanı'nda savaşı ve militarizmi protesto etmek için sessiz protestolar düzenlemekteler. Temel yöntemleri sessizlik, siyahlar giymek ve vücutlarını protesto aracı olarak kullanmak. Arjantinli anneler, Güney Afrika'daki beyaz anneler ve İsrailli Siyah Giyen Kadınlar gibi kadın örgütlülüklerinden ilham aldılar. Yöntemlerinin Türkiye’deki Cumartesi Anneleri ile benzerliği de dikkat çekici. 9 Siyah Giyen Kadınlar, kendi hükümetlerinin savaş politikalarına karşı duruşlarını netleştirmek için “Bizim Adımıza Değil” sloganını kullandılar. Bu aynı zamanda Hırvatistan, Bosna ve Kosova'da yaşanan şiddetin farkında oldukları ve kamuoyu önünde buna karşı tavır aldıkları anlamına da geliyordu. 1997'den itibaren Sırbistan'daki diğer kadın örgütleriyle ağlar kurmaya başladılar ve geçiş dönemi adaleti, güvenlik ve laiklik temalarında mücadele verdiler.
Sadece daha geniş toplumun gerçekleri öğrenmesini istedikleri için değil, aynı zamanda olanlardan kendilerini sorumlu hissettikleri için de devletlerini sorumluluk almaya zorladılar. Pasaportunu taşıdıkları ve vergi ödeyerek fon sağladıkları devletin savaşlardan ve işlediği suçlardan bireylerin tamamen bağımsız olmadığına inanıyorlar. Kendileri adına işlenen suçların örtbas edilmesini değil, ortaya çıkmasını istiyorlar ve savaşların başından beri bunu savunuyorlar.
Sınırları Aşan Dayanışma
Sırbistan'daki kadın barış aktivistleri, eski Yugoslavya’ya bağlı diğer ülkelerdeki kadınlarla dayanışma ağları kurdu. Bu ortak çalışma, savaşı ve milliyetçiliği protesto etmenin ötesine geçerek insani çalışma alanlarını da kapsamaktaydı. Siyah Giyen Kadınlar, farklı etnik kökenlerden ve Yugoslavya'nın farklı bölgelerinden yerinden edilmiş kadınlarla çalışan gruplardan biridir. Diğer bir örnek, 1993 yılında savaş sırasında cinsel şiddetten hayatta kalan kadınlarla çalışmak üzere kurulan Cinsel Şiddete Karşı Kadınlar Özerk Merkezi'dir. Ağırlıklı olarak Yugoslavya'nın diğer bölgelerindeki savaştan kaçmak zorunda kalan Müslüman kadınların yaşadığı mülteci kamplarında ağlar kurdular.
Sırp kadınların seyahat edebiliyor olmaları barış çalışmalarını sınırların ötesine taşımaya elveriyordu. Bosna Hersekli ve Hırvatistanlı kadınlarla bir araya gelmenin yollarını buldular ve ortak projeler yürüttüler. Örneğin, savaş sırasında cinsel şiddetten hayatta kalan kadınlara destek sağlayan Zagreb Kadın Savaş Mağdurları Merkezi ve Medica Kosova ile yakın işbirliği içinde çalıştılar. 1998'de Kosova'da savaş patlak verdiğinde, Siyah Giyen Kadınlar savaş karşıtı eylemlerine devam etti ve uluslararası ağlar kurdu. Yugoslavya içi sınır geçişliliği daha zor olduğundan, Yugoslavya dışındaki uluslararası toplantılar bir araya gelmenin olanaklarını arttırdı.
Kosova'daki kadın aktivistler de şehirlerdeki, kırsal alanlardaki ve yurtdışındaki diğer aktivistler arasındaki dayanışma ağlarına önem veriyordu. Bunun kaydadeğer bir örneği 1995'te kurulan Kırsal Kadın Ağı'ydı. Bu ağ aracılığıyla, çok sayıda kadın Kosova dışına seyahat etmeye ve Siyah Giyen Kadınlar'ın Belgrad'daki sessiz nöbetlerine katılmaya başladı. Bu onlar için Kosova'daki insan hakları ihlalleri konusunda uluslararası arenada seslerini yükseltme olanağı demekti.
Yukarıda bahsi geçen 2017’deki konferansta, Türkiye'den pek çok katılımcı savaşın en hararetli olduğu zaman diliminde Sırp feministler ile Kosovalı Arnavut kadınlar arasında kurulan dayanışma ağlarına dikkat çekti. Bu nokta, Kürt Kadın Hareketi ile Türkiye'deki diğer örgütlü feminist gruplar arasındaki koalisyonlar ve ağlara benzerliği nedeniyle çarpıcıydı. Sırp kadınlar, hükümetlerinin kendi adlarına ve ulusları adına başlattığı savaşları durdurma sorumluluğunu hissetmişlerdi. Bu durum katılımcılarımıza Türkiye'deki feminist grupların Kürt bölgesindeki devlet şiddetine sessiz kalmama ve çatışmalardan etkilenen bölgelerde yaşayan kadınlarla dayanışma gösterme çağrısını hatırlattı.
Nitekim 2016'da Kürt bölgesinde ablukalar sürerken, Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG), “Barışa Bin Kadın 1000 İmza” başlığıyla bir imza kampanyası başlatarak, Kürt şehri Diyarbakır'da barış nöbeti düzenlemişti. Kadınların savaşın tanığı olduklarını; adalete, hakikate, yaşama ve barışa sırtlarını dönmediklerini belirten Türkçe ve Kürtçe bir basın açıklaması okunmuştu. 10 BİKG, Kürt şehirlerinde yoğun çatışmalar yaşanırken, çatışmalardan etkilenen kadınlarla dayanışmak için aktif eylemlerde bulundu ve bölgedeki yıkıma dikkat çekmeye çalıştı. 11
Toplumsal hareketlerin itici gücü olarak kadınlar
1990'lı yıllarda Sırbistan, Kosovalı Arnavutlar üzerindeki baskısını artırdığında Kosovalı Arnavut kadınlar hem ailelerinden hem de Sırp rejiminden baskı görmeye başladı. 1990'larda kadın aktivistler, aydınlar ve politikacılar toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak için büyük bir mücadeleye giriştiler. Kosovalı Arnavut siyasetçilerin ivedilikle ilgilenilmesi gereken daha acil konuların varlığına12 ve kadınların cinsiyete dayalı mücadelesinin ulusal kurtuluş davasını ana önceliklerinden uzaklaştırdığına dair baskın söylemi düşünüldüğünde, bu özellikle zorlu bir misyondu. 13
1990'lardaki kadın seferberliği, kırsal alanlardaki kadınlara sağlık hizmetleri gibi temel hizmetlerin sağlanmasından, feminist farkındalığı artırmaya yönelik eğitim toplantıları düzenlemeye ve insan hakları ihlallerini belgelemeye kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı. Sırp güçleri, özellikle kadınların seyahat etmesini zorlaştıran kontrol noktaları kurdu. Kırsal kesimde kadınların işe, kız çocukların okula gitmesi neredeyse imkansız hale geldi. 14 Bu durumun farkında olan kentlerdeki kadın aktivistler, kırsal kesimdeki kadınlara eğitim ve sağlık hizmetleri vererek destek olmaya çalıştılar.
1998 yılını önceki dönemden ayıran nokta, kadın aktivistlerin siyasi mesajlarını sokak eylemleriyle vermeye başlamasıydı. Sırp güçlerinin ağırlaşan baskısı nedeniyle 1990'ların önemli bir bölümünde kitlesel eylemler olmamıştı. 1998'de şiddetin belirgin bir oranda artması ve savaşın patlak vermesi üzerine kadın aktivistler sokaklara dökülerek yıllar süren sessizliği bozdu. Kadınların öncülük ettiği eylemler, Sırp güçlerinin Kosovalı Arnavutlara yönelik şiddetine karşı kamuoyunun tavır almasını ve uluslararası izleyen kitlesine ulaşılma bakımından atılan önemli adımlardı. Öğrenciler ve sendikalar gibi toplumun farklı kesimlerinin harekete geçmesini sağladılar. Sırp güçlerinin Arnavut sivilleri öldürmesine karşı seslerini yükseltmek için kitlesel eylemler düzenlemeye başladılar.15
8 Mart 1998'de kadın aktivistler, Priştine'de 15.000 kadının katılımıyla, ellerinde şiddet karşıtlığını simgeleyen beyaz kağıtlar taşıyarak büyük bir protesto gösterisi düzenlediler (Halili, 2016). Bu arada, Priştine'ye sadece birkaç kilometre uzaklıkta, Drenica'da Sırp güçlerinin kuşatması altında yüzlerce kadın ve çocuk ağır şiddet ve açlık tehdidiyle karşı karşıyaydı. 8 Mart eyleminden birkaç gün sonra, kadın aktivistler başka bir eylem çağrısı daha yaptılar: “Drenica’lı Kadınlara ve Çocuklara Ekmek” eylemi. Priştine'de bir kez daha toplanan iki bin kadın, bu kez ellerinde ekmeklerle Drenica'ya yürümek istedi.16 Sırp polisi tarafından durduruldular, ancak uluslararası topluma ve insani yardım kuruluşlarına hayati önem taşıyan bir mesaj iletmeyi başardılar: Drenica'daki kadın ve çocuklar açlık ve şiddet nedeniyle ölüm tehlikesi altındaydı.
Kadın ve LGBTİ+ hareketleri Türkiye’de son yıllarda hüküm süren otoriter rejim koşulları altında en görünür toplumsal hareketler oldu. Hükümetin kadın hareketini ve LGBTİ+ faaliyetlerini hedef alması ve kriminalize etmesi bağlamında gerçekleşti. Örneğin İstanbul Onur Yürüyüşü 2015’ten beri yasaklı, 8 Mart ve 25 Mart eylemleri polis saldırısı altında gerçekleşiyor. Bu arada hükümet İstanbul Sözleşmesi'nden çekildi. Artan baskıya rağmen, her geçen gün daha fazla kadın ve LGBTİ+ polis şiddeti riskini göze alıyor ve en görünür örgütlü gruplar olarak sokaklara dökülmeye devam ediyor.
* Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. This publication or parts of it can be used by others for free as long as they provide a proper reference to the original publication. The content of the publication is the sole responsibility of Off-University. Organisation für den Frieden e.V. and does not necessarily reflect a position of RLS.
Ev gotar parçeyeke ji rêze blogan e, ku li ser “ Alîyên Şer û Aştî Yên Di Warê Cinsiyeta Civakî Ya Tirkiyêde” hûr dibe - Blog IX