Skip to main content
SearchLoginLogin or Signup

Ali Rıza Güngen - ADA ve Off-University

Published onAug 25, 2022
Ali Rıza Güngen - ADA ve Off-University

DİJİTAL ARAŞTIRMAHANE ALAN ARAŞTIRMASI

Mülakat Tarihi: 31.08.2021

Görüşme Yapılan: Ali Rıza Güngen

Oluşum: ADA ve Off-University

Görüşme Yapan: Serap Sarutaş, Duygu Sevinç, Handan Coşkun

Konu: 1980 sonrası Türkiye'de kurulmuş üniversite dışı akademik oluşumlar, ne farklıydı üniversitelerden, ne benzerdi, nasıl yeni deneyimler oluşturuldu ve bunların sonuçları neler oldu?

Serap: Ali Rıza siz kendinizi kısaca tanıtmak ister misiniz?

Ali Rıza: Ali Rıza Güngen, York Üniversitesinde misafir öğretim üyesiyim. Ankara Dayanışma Akademisi ve Off-University'de dersler verdim ve elimden geldiğince Türkiye'deki üniversite dışı bilgi üretme ağlarına dahil olmaya, destek sunmaya ve onlardan faydalanmaya çalışıyorum.

Serap: İlk sorunun bir kısmını yanıtlamış oldunuz çünkü biz genelde katılımcılara hangi üniversite dışı akademik oluşumlarda faaliyet gösterdiniz diye soruyorduk siz bahsettiniz zaten, ADA ve Off-University. Zaten bu görüşmenin özel olarak ilgisini çeken kısmı da bu. Ben o yüzden ilk soruyu biraz daha tekrarlayarak, açmanızı isteyerek sorayım. Sonra da arkadaşlara bırakayım. Kendinizi tanıtır mısınız kısmında hangi akademik oluşumlarda, hangi yıllar arasında, ne şekilde faaliyet gösterdiniz? Hoca olarak, katılımcı olarak, öğrenci olarak katılımınız nasıl oldu? Ve bu etkinlikler nelerdi? Kısaca ders, atölye, sunum isimleri, konuları nelerdi?

Ali Rıza: Daha az bahsedebilicek olan iki noktayı da ekleyerek devam edeyim. Birincisi Türk Sosyal Bilimler Derneğinde 2018-2021 yılları arasında yönetim kurulu üyesiydim. Daha öncesinde de, derneğe üye olduğum zamandan bu yana kamu yararına çalışan bir dernek olarak ama üniversite dışında çalışan ve sosyal bilimcilerin örgütlendiği bir dernek olarak çeşitli faaliyetler yürütmeye çalıştık. Bunu da eklemek lazım  herhalde. Daha az bahsedebileceğim bir başka husus da ODTÜ Mezunlar Derneği kapsamındaki girişimimiz. ODTÜ Mezunlar Derneğinde üniversiteden atıldıktan sonra hem halihazırda üniversitede çalışanlar hem de üniversite dışına itilmiş olan akademisyenlerle birlikte bir girişim oluşturmaya çalıştık. Ancak bu girişim kadük kaldı, kısmen ODTÜ Mezunlar Derneği yönetiminin bizi kendi başımıza bırakması biraz da bizim örgütlenme konusundaki beceriksizliğimiz nedeniyle 2017-2018'deki girişimimiz yarım kaldı denilebilir. Belki yeni yönetimle birlikte tekrar girişimde bulunabiliriz. Daha uzun erimli diyebileceğim başka faaliyetler söz konusu edilirse eğer iki şeyden bahsedebilirim. Birincisi Ankara Dayanışma Akademisi. ADA bir kooperatif olarak kuruldu. Ben esasen Samsun 19 Mayıs Üniversitesinden atılmış bir akademisyen olarak sonrasında Ankara’ya taşındım. Taşınır taşınmaz da daha ziyade Ankara Üniversitesi SBF ve İletişim Fakültesinden atılmış hocaların girişimiyle oluşturulmuş olan Ankara Dayanışma Akademisi tartışmalarına dahil oldum. Resmi olarak kuruluşumuz 2018. Ama ADA çeşitli faaliyetlerine 2017’de başladı. Ben örgütleyicilerden birisiyim ve kooperatifin kurucu ortağıyım. 2018 yılında bu etkinlikler kapsamında ADA kitaplık komisyonunu oluşturduk. Niyet sadece Ankara’dakiler değil aynı zamanda Türkiye’nin başka üniversitelerinden atılmış olan akademisyenlerin Ankara’da seminerler vermeleri, halihazırda yürütmüş oldukları çalışmaları ya da niyet etmiş oldukları, başladıkları çalışmaları Ankara’daki öğrencilerle ya da başka katılımcılarla paylaşmaları idi. Aynı zamanda bu çalışmaların belirli bir zaman sonrasında da kitaplara dönüştürülmesi ve ADA kitaplığının oluşturulması. 2018 yılı baharında ben de bir seminer verdim bu etkinlikler kapsamında. Tahmin ediyorum 7 hafta sürmüş olabilir seminer. Sonrasında açıkçası başka hayat sorunları, başka sıkıntılar çalışmayı sürdürmeyi zorlaştırdı ama nihayetinde 2021 yılında bu seminerin de sonucu diyebileceğim bir kitabı İletişim Yayınlarından çıkartabildim. ADA kitaplığının ikinci kitabı oldu. Umuyorum üçüncü kitap da 2022'ye kalmadan yayınlanır. Diğer husus da sadece Türkiye ile de sınırlı olmayan Off-University girişimi. Off’a 2018'de başvurdum, 2019 yılı baharında başvuruda önerdiğim dersi kabul ettiler. 2019 yılı baharından 2020 yılı ortasına kadar 3 dönem Political Economy of South in the Age of Financialization adlı bir ders verdim. 2019 Şubat - 2020 Temmuz arasında bu ders Kassel Üniversitesinin programında göründü. Dolayısıyla hem Off-University'ye başvuran öğrenciler, katılımcılar bu derse katılabildiler hem de Kassel Üniversitesinin International Centre for Development and Decent Work Merkezi var; bu merkezin master programında bir ders olarak göründü ve Kassel Üniversitesinden de öğrencilerim oldu. Bunun yanı sıra Off-University'nin etkinlik ve workshoplarına katılmaya çalışıyorum. ADA'nın seminerlerine ve etkinliklerine de katılmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bir ders veren olarak görünmüyor olabilirim Off-Uni'de ya da ADA'da ama kısmen uzakta da olsam, bu bazı etkinliklere katılımımı zorlaştırsa da elimden geldiğince son 1,5 yılda pandemi döneminde de uzaktan katılımlar sağlamaya çalıştım. Umarım bundan sonra da katılabileceğim.

Serap: Çok teşekkürler o kadar çok şeyi biz araya girmeden söyledin ki, hangi üniversiteyi kapsadığını, nerede ne olduğunu ve bu deneyimlerinin çok yönlülüğü bizim için baya ufuk açıcı olacak, baya merak ettiğimiz konu var bununla ilgili. Biraz senin deneyimlerine gelmeden önce bu üniversite dışındaki akademik oluşumlardaki genel duruma dair senin bildiklerini soracağız. Tabii ki bunların bir kısmına hiç bilmiyorum diyebilirsin ama bir kısmında zaten sen de kurucu üye olduğun için fikrin vardır, duymuşsundur sürece tam hakim değilsen bile. Şimdi öyle gideceğiz sonra o deneyimlerdeki özgünlüklere değineceğiz. Ben burada sözü Duygu’ya bırakmak istiyorum. İkinci soruya dair onun kafasındaki soruları almak için.

Duygu: Bu soracağım biraz daha teknik bir konu. Serap'ın bahsettiği akademik oluşumlar bahsi geçen daha çok ADA ve Off-Uni diyebiliriz, mali olarak hangi yollarla ayakta kalıyor? Finansmanı nasıl sağlanıyordu? İçinde bulunanlar/ders verenler buradan gelir elde etti mi? Akademik faaliyet için gereken finansman nasıl sağlandı/sağlanıyor? Buna dair bilginiz varsa paylaşır mısınız?

Ali Rıza: ADA bağlamında sorunun cevabı biraz karmaşık. Ama yine de ilk başlarda toplanma mekanı olarak Eğitim-sen 5 No'lu Şubenin mekanını kullanıyorduk. Daha sonrasında seminerlerimizi kentin çeşitli kafelerine, derneklerine vs.ye yaydık. Örneğin Metaların Kerameti kitabını çıkartan Özgür ve Melda Hocalarımız ADA Kitaplık Komisyonunda seminerlerini Felsefe Derneğinde verdiler. ADA'nın etkinlikleri kapsamında 2019'daki Spinoza okumaları Mülkiyeliler Birliğinin sağladığı mekan sayesinde gerçekleşti. Ben derslerimi adını unuttuğum bir kafede verdim. Meşrutiyet’in üzerindeki o kafenin bodrum katını sağ olsunlar bize bir projeksiyon aletiyle sunmuşlardı. Dolayısıyla sabit bir yerimiz yoktu. Finansman ihtiyacımız en başlarda yoktu. Biz bu dersler ya da seminerler karşılığında herhangi bir gelir elde etmedik. Ama şunu eklemek lazım, zaman zaman Friedrich Ebert Vakfına başvurduk ya da İsveç Büyükelçiliğine başvurduk. Buna benzer yerler seminer programlarımızı finanse etmeye başladılar. Yanlış ifade etmeyeyim, ben de birkaç yüz lira kazanmış olabilirim verdiğim seminer karşılığında. Bu tarz vakıflar, büyükelçilikler ya da çeşitli dernekler bizim dönemlik seminer programımızı görüyorlardı tahmini olarak kaç saatlik bir akademik emek harcandığına/harcanacağına yönelik öngörüde bulunuyorlardı ve cüzi bir honorarium demek lazım herhalde bunu zaman zaman seminer verenlere aktarıyorlardı.  ADA'nın kooperatif olarak finansman kaynağı ise sadece ve sadece üye aidatlarıydı. 2019'dan itibaren durum değişmeye başladı. Bu konuda hocalarımızdan Ülkü Doğanay ile görüşmeniz uygun olabilir. Çünkü onun içinde bulunduğu bir ekip onun emek verdiği büyük bir projeyi üstlendiler. Bu proje kapsamında sadece proje çalışanları değil aynı zamanda kurumsal çatı olarak ADA'ya da kapasite inşası için çeşitli aktarımlar olduğunu dolayısıyla kooperatifin gelir kaynaklarının çeşitlendiğini tahmin ediyorum. Ancak daha ötesini bilmiyorum. Çünkü proje başladıktan kısa süre sonra ben Türkiye'den ayrıldım. 

Serap: Biz Ülküyle de görüşeceğiz yarın.

Ali Rıza: Tamam o bu proje kapsamında ADA'ya aktarılanları size anlatacaktır, ayrıntılara vakıftır. Ama dediğim gibi bahsettiğim projeyi bir kenara bırakırsanız çeşitli büyükelçiliklerin ve vakıfların zaman zaman programlarımızı desteklemesi söz konusu, onun dışında da üye aidatları ile kendini var eden bir yapı. Off-Uni'nin esas sponsoru Rosa Luxemburg Vakfı idi. Ancak örneğin şuna benzer şeyler de söz konusu oluyor. Ben Kassel Üniversitesinde ders verdiğim için orada bana  ders ücreti de ödendi iki dönem. Oysa dersin gerçekleşmesine ve Kassel Universitesi ile işbirliğini organize eden Off-University’nin Rosa Luxemburg Vakfıyla yaptığı anlaşma gereği benim bir dönemlik alacağım ücret belirlenmişti zaten. . Sadece Off-University’nin Rosa Luxemburg Vakfından aldığı ve her hocaya eşit olarak ödediği miktar parayı aldım. Dolayısıyla Kassel universitesinden aldığım parayı Off-University’ye dayanışma fonuna aktarılarak başka derslerin açılmasını sağlamak üzere gönderdim.  Genel Kurullara katılamadım son birkaç yılda yapılan açıkçası. Dolayısıyla Off-University’nin benim bilmediğim gelir kaynakları olabilir, ama onlar konusunda bir şey söyleyemeyeceğim.

Handan: Off-Hem bu eşitsizliği ortadan kaldırmak adına alınmış hem de Off-University aracılığıyla daha çok akademisyene ulaşabilme ders açabilme imkanı sunan bir karar.Uni'nin etik olarak böyle bir kararı var mı? Yazılı ve sizlere bildirilmiş böyle bir kararı var mıydı?

Ali Rıza: Bu kararı görmedim ama şöyle yazılı bir şey var. Off-University’de seminer verenler önceden imzalanan sözleşme gereği emekleri karşılığında aylık 1000 euroluk bir honorarium alıyorlar. Off-University’nin anlaşmalı olduğu üniversitelerden bazıları, örneğin Kassel Universitesi hocaya ücret vermeyi kabul edebilir ama Berlin Freie Üniversitesi bunu kabul etmeyebilir. Bu eşitsizliği ortadan kaldırmak adına alınmış bir karar. Kararın Off-University iç düzenlemelerindeki yerini bilmiyorum. Ama, net bir sözleşmeye imza attım ve o dönem boyunca aylık 1000 euroluk bir gelir elde edeceğimi biliyordum.

Handan: Kooperatif olarak kurucu üyeler arasında yer aldığınızı söylediniz ya genelde şirket, vakıf gibi oluşumlar uygunken bu ekip neden koooperatifi seçti?

Ali Rıza: İçerideki tartışmalar sırasında şöyle bir sıkıntımız vardı. OHAL döneminde kurucularının tamamı neredeyse KHK'lı olan bir derneğin onay almasının mümkün olmadığını düşünüyorduk. Buna yönelik çok sayıda görüşmeden elde ettiğimiz veri vardı. Bir şirket kurmak bizim açımızdan başvurabileceğimiz en son yöntemdi. Bu da tartışılmış olmasına rağmen alternatif arayışı içindeydik. Böyle bir kooperatif kurmak tartışmalar sırasında bazı hocaların öne çıkardığı bir fikirdi ve 2017'deki tartışmalarda baskın hale geldi. Daha kolay olabilir, OHAL dönemi sırasında başımıza bir iş gelmesini engelleyebiliriz, kurucu ortaklarımızın bir kısmı üniversitelerde çalışan insanlar olursa eğer KHK'lı olmamız nedeniyle bir engel karşımıza çıkmayabilir gibi tartışmalar. Ancak bu tartışmalar beyhude ya da bilgisizce yapılan tartışmalar da değildi. Onu söyleyebilirim. Yani OHAL döneminin bir formu olarak kooperatif biçimlendi. Sonrasında da üyelerin ihtiyacına hizmet edecek şekilde kooperatif ana sözleşmesinde ufak tadilatlar yapıldı. Ortak olmama rağmen, ilk genel kurullara katılmama rağmen, yönetimde yer almadığım ve bir süredir uzakta olduğumdan, sonrasında ana sözleşmede tekrar tadilat yapıldıysa buna dair bir bilgim yok. 

Serap: Bu şekilde de OHAL’i anmış olduk. Duygu bir sonraki soruyla devam etmek ister misin?

Duygu: Evet tabii ama bir sonraki sorunun cevabını almış gibi olduk. Mekanla ilgili zaten bahsettiniz. Bizim sorumuz oluşumun belirli bir mekanı var mıydı? Görüşmeleri nerede yapıyordunuz? Hangi amaçlarla kullandınız? Toplantı, idari işler vb gibi diye bir sorumuz vardı. Buna ekleyebileceğiniz bir şey varsa diyeyim yoksa diğer soruya geçeyim.

Serap: Benim de soruya ekleyeceklerim var aslında burada merak ettiğimiz ilk başlangıçta öyleydi sonra mesela ADA bir yer tuttu mu? Tuttuysa nasıldı? Bir de burada merak ettiğimiz mekansal kısıtların sonuçları. Mesela senin orada verdiğin o derse, sonra kitap olan seminere 10 kişi katılacaktı ama 5 kişilik yer vardıyı yaşadın mı? Bu bağlamda da hatta ADA ve Off-Uni deneyimlerini kıyaslamak gerekirse. Çünkü Off-Uni’nin mekanlar ötesi durumunun da açtığı bazı olanaklar ve sınırlılıklar var. Bunlara dair izlenimlerini merak edebiliriz.

Ali Rıza: ADA bir yer tuttu. 2020 yılı başı olmalı, 2019 sonu. Ben oraya hiç gidemedim. O dönemde Türkiye’den ayrıldım ve açıkçası hocalarımız da mekanı ilk başta verimli olarak kullanamadılar çünkü pandemi devreye girdi. O mekan duruyor. Orada ADA'nın belgeleri, çeşitli yerlerden topladığı mobilyalar, proje bağlamında alınmış olan bilgisayarlar duruyor ama pandemide  etkin bir şekilde kullanılamadı. Son genel kurulu dahi orada yapamadık galiba kısıtlar yüzünden.  İçişleri Bakanlığı ikide bir genelge yayınlıyordu, kooperatif ve dernekler şu zaman genel kurul yapabilirler veya bu zaman yapamazlar, şuna göre yapabilirler, buna göre yapabilirler. Ama sonuçta orada bir mekan artık var. Pandemi nedeniyle ADA da 2020'den itibaren online’a hicret etti, oraya geçti. Dolayısıyla 2017-18-19'daki deneyimle 2020 sonrasındaki deneyim ADA açısından da farklı. Bütün etkinlikler, seminerler, dersler çevrimiçi olarak verildi. Katılımcı sayısında bir artış gözlendi. Ama çevrimiçi uzun süreli seminerler ya da derslerde görülen sıkıntılar kendisini göstermeye başladı. Çok sayıda katılımcıyla başlayan seminerler ya da dersler çok az sayıda  katılımcıyla bitirilmeye başlandı. Şunu söyleyebilirim bir kafede değil de bir dersliğe benzer bir yerde olması durumunda ama yine Kızılay’da olması durumunda ben daha fazla katılımcının ilgi gösterebileceğini düşünüyorum bunlara açıkçası. Yüz yüze olmasının sağladığı bir güzellik vardı. O nedenle katılımcı sayısı az olmasına rağmen o katılımcılar sonuna kadar devam ettiler diye düşünüyorum. 

Off-University’de gördüğüm ve başka hocaların ve katılımcıların da yaşadığı sıkıntı çok sayıda insanla başlayan etkinliğin o şekilde devam etmemesi. Kaydolan kişi sayısı benim derslerime 50 civarındadır. Katılım sergileyenler ilk başta 15-20'dir. Dersi bitirenler 8-10 kişi kadardır. Altıya kadar düşmüş olabiliriz bir dönemde. Böyle bir fark olduğunu söyleyebilirim. Onun dışında şöyle bir temel fark var. ADA’da en azından benim verdiğim seminerdeki katılımcıları şöyleydi: “Ali Rıza bir yerde konuşuyor”, “Ali Rıza bir şey anlatmaya çalışıyor, gidelim dinleyelim”. Ya da ODTÜ'den ya da Ankara Üniversitesinden tanıdığım bazı öğrenci arkadaşlar “ya Ali Rıza Hoca’nın semineri varmış bir gidelim bakalım”. ADA bunu kırmaya başlamış olabilir. Çevrimiçi etkinliklerle, ama 2017-18-19'da esasen Ankara’da halihazırda tanınmış, kent yaşamına, kamusal yaşamına katkıda bulunmuş insanlar ya da Ankara Üniversitesi, kısmen Hacettepe ama esasen Ankara Üniversitesini ve çok az bir miktar ODTÜ üzerinden ilgili öğrenciler, daha önce o hocaların dersini almış öğrenciler, onların tanıdıkları vs.nin katıldığı bir komünite. Burada bir topluluk oluşumu var ama bu topluluk esasen gevşek bağlarla birbirini daha önceden tanıyan bir topluluk. Bağların sıkılaşması, daha düzenli bir araya gelinmesi gibi bir etkisi vardı ADA'nın etkinliklerinin 2017-18-19'da.  Off-University ise bildiğiniz üzere bambaşka bir deneyim. Lakin, aynı şey geçerliydi. Ben üniversiteden atıldıktan sonra her türlü etkinliğe, her türlü toplantıya katılma kararı verdiğim için ve sistematik olarak düzenli bir şekilde bunu sürdürdüğüm için, yani sosyal medyadan tanıyan Türkiyeli birisi örneğin "Off University’de böyle bir şey varmış" deyip o derse kaydolmaya karar verebiliyordu. Bir yandan da Kolombiyalı olan Kassel Üniversitesinde yüksek lisans yapmaya gitmiş olan öğrencim de vardı. Ya da Birleşik Devletlerde olan Türkiye’yi ziyaret etmiş olan ama o sırada bir oyuncak fabrikasında çalışan bir öğrencim de vardı. Dolayısıyla daha çeşitli, sadece etnik anlamda değil aynı zamanda ilgiler bağlamında daha çeşitli bir topluluğun katılımcı olduğunu söyleyebilirim Off-University derslerinde. Fakat bu benim deneyimim. Dediğim üzere 2020 yılında ADA'da seminer vermiş bir akademisyenin deneyimi farklıdır. Ya da Off-University’nin farklı bir etkinliğinde yer almış olan bir akademisyenin deneyimi de farklı olabilir. Ama dediğim gibi kabaca 13 haftalık yüksek lisans dersi şeklinde tasarlanmış Off-University dersiyle, 7-8 haftalık ADA etkinlikleri kapsamında verilmiş bir seminer arasında böyle bir karşılaştırma yapabiliyorum.

Serap: Çok teşekkürler. Baya doyurucu bir yanıttı. Tabii ki biz burada kişisel deneyimlere odaklanıyoruz. Zaten farklı kişilerle görüşmenizin de avantajı bu oluyor. Bu haliyle bile mekansal dönüşümdeki gayede ve sonuçtaki dönüşümü de tespit etmen çok önemliydi bizim açımızdan da. Bu bir araya gelme halini biz de farklı yerlerde yaşamıştık çünkü. Daha sonra da bir yandan da mekanlar ötesi bir hale geldi tabii ki. 

Arkadaşlar sizin soracağınız birşey var mı? Yoksa o zaman ben biraz açtığın için buradan devam edeceğim eğer uygunsa. Bu akademik oluşumlardaki katılımcıları biraz birbirleriyle kıyaslarsak sizin görüşünüz açısından, mesela katılımcılara ulaşma açısından Off-Uni nasıl yöntemler kullanıyor, ADA'da ne tür yöntemler kullanıyordunuz ve gelen katılımcıların profilinde de gördüğünüz değişiklikler nelerdir acaba?

Ali Rıza: Katılımcılara ulaşma derken onları derslere davet etme ya da etkinliklere çağırma şeklinde mi?

Serap: Evet evet. Az önce bahsettiniz ya mesela farklı mecralardan tanış olduklarınız da gelebilir ya da bir yandan da sistematik olarak bunların kullandıkları duyuru yöntemleri var akademik oluşmaların. Onlar nelerdi, neyi kullanıyorlardı? Ne yeterliydi ne yetersizdi? Yani 21. yy'da iletişim çağında acaba ne tür deneyimler yaşadınız?

Ali Rıza: ADA açısından resmi bir üniversite evrenine dahil olamamak bir sorundu. ADA'nın etkinliklerini biz sendika üyesi olan ya da ADA'daki insanları tanıyan bazı hocaların kapılarına astırabiliyorduk. Ama açıkçası hiç zannetmiyorum SBF'de ya da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde her üç kapıdan birinde ADA'nın etkinliği asılı olsun. OHAL döneminde zaten mümkün değildi. Üstelik akademisyenlerin genel olarak kendilerine atfettikleri önem ve başka insanların emeklerine atfetmedikleri önem nedeniyle benzer bir şeyin gerçekleşmesi de oldukça zordu. Bunun bir sorun yarattığını düşünmekteyim. Yani geleneksel diyebileceğimiz poster asmadır, kulaktan kulağa üniversite koridorlarında bu etkinliklerin dolaşmasıdır, dillendirilmesidir, bunlar yoktu. Benim deneyimimde en azından yoktu. Zaten Ankara’ya daha sonradan gelmiş bir akademisyen olarak ama yine de ODTÜ’yle bağlantısı sıkı bir insan olarak konuşuyorum. Benim bulunduğum yerden böyle bir şey yoktu. Nasıl telafi etmeye çalışıyorduk? Sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak telafi etmeye çalışıyorduk. ADA'nın twitter hesabı üzerinden başka sosyal medya hesapları üzerinden bunları düzenli olarak duyuruyorduk. Aynı zamanda iletişim listeleri üzerinden elektronik postalar gönderiliyordu vs. Ama bunun ötesinde bir şeyler yapılabilir miydi? Yapılabilirdi. ADA web sitesini çok geç hazırladı örneğin. Böyle etkileşime izin veren bir web sitesinin olması katılımı artırabilirdi. Daha fazla duyuru sağlanabilirdi. Ankara Üniversitesinden hocaları tanıyan insanların katıldığı etkinliklerdense daha farklı üniversitelerden katılım ya da üniversite dışı yerlere açılma sağlanabilirdi. Öyle bir şey ilk birkaç yılda olmadı. 

Off-University’de böyle bir sorun yoktu. Off-University’nin internet sitesi oradaydı. En azından ben dahil olduğumda. Sadece soyal medyada da kullanılsın diye kısa tanıtım videosu çektim ders öncesinde. Dersin içeriğine dair 30-40 saniyelik bir tanıtım videosu çekerek Off-University’ye gönderdim. Onlar da kullandılar. Kassel Üniversitesinin dersi nasıl duyurduğuna dair bilgim yoktu ama. Orada iletişim kopukluğumuz vardı. Bana Almanca email gönderiyorlardı. Onu kendimce çeviriyordum. Eşim biraz yardım ediyordu, ama emin olmak için Off-University’ye danışıyordum. Off-University’de ilgili arkadaş İngilizce ve Almanca email yazarak beni cc'leyerek durumu izah ediyordu aracı olmaya çalışıyordu. Orada bir iletişim kopukluğumuz vardı ve ben Kassel'deki duyuruya, Kassel'de programdaki konumuna hiç dahil olamadım. O konuda bilgisiz kaldım. Zannediyorum Off-University’dekiler de bunu sorun olarak görmüyorlardı. Bence bu bir sorun. Çünkü part-time öğretim üyesi gibi olsanız da sonuçta o üniversitenin kadrosundasınız aslında. Sözleşmeli olsanız da dış kapının dış mandalı olsanız da en azından o dönem oradasınız. Öyle bir sıkıntı olduğunu söyleyebilirim. Ancak bahsettiğim aksaklıklara vesaireye rağmen böyle bir ders için 40-50 kişinin dünyanın çeşitli yerlerinden katılımını sağlayabiliyordu Off-University. Kassel Üniversitesinden olmayan ama Hindistan’dan bağlanan bir katılımcı olabiliyordu örneğin. Artık Almanyayla nasıl bir bağlantısı varsa, Rosa Luxemburg Vakfı ile nasıl bir bağlantısı varsa ya da sosyal medyayı nasıl kullanıyorsa sonuçta benim Hindistan’dan da öğrencilerim oldu ve Kassel Üniversitesi ile bir bağlantıları yoktu. Daha iyi olabilir miydi? Kesinlikle daha iyi olabilirdi. Her iki deneyim de. Ama nasıl daha iyi olabilirdi? Açıkçası o büyük soru zaten. Yanıtını pek veremiyoruz.

Serap: Çok teşekkürler, gerçekten güzel bir yerde  bıraktın. Biz de mesela Off- Uni’in platformunu kullanırken biraz zorluklar yaşıyoruz. Gelişmeye açık ama. En önemlisi bu mecrayı keşfedip buradan devam etmenin avantajlarını görmek. Artık bir daha atılırsak websitesini baştan kurarız.

Ali Rıza.: Ya da gidip kapılara korsan afiş, korsan poster asmak. Öğrenciliğimizde yapmadığımız şey değildir. Gerekli yani.

Serap: Buna şaşırdım, hiç aklıma bile gelmedi. Bunu asma ihtimalinin olduğu. Biz de asmadık İzmir’de. Doğru böyle yöntemler vardı. Geleneksel yöntemleri o kadar hızlı terk ettik ki. Acaba bunun etkisi çok fazla insanın aynı anda atılması mı? Acaba kapısına asacak insanın aynı anda bizimle birlikte atılması mı?

Ali Rıza: Yok sanmıyorum. Ankara söz konusu olunca ve ODTÜ söz konusu olunca o daha ziyade bizim kendimizi örgütlememizdeki sorun. O bir emek istiyor. ODTÜ’ye gideceksiniz işte sabahın 8 buçuğunda, 9'unda güvenlikle pek muhatap olmadan fakülteleri dolaşmaya çalışacaksınız. O iki saatlik yoğun bir emek istiyor. O örgütlenmeyi yapmaktansa sosyal medyadan bir klik kolayınıza geliyor. Ama bunun fiziksel olarak yansımasının ve uzun-orta erimli sonuçlarının daha iyi olmayacağını atlıyoruz. Çünkü o posteri asarken aynı zamanda başka öğrencilerle görüşebiliyorsunuz, karşılaşabiliyorsunuz, onlarla konuşabiliyorsunuz. ya da o posterin aslında hitap ettiği kitle sosyal medyanın eriştiği kitleden daha farklı bir kitle oluyor. Onları atladık. Elbette çok da eleştirmeyelim kendimizi, zor tabii. Siyasalda OHAL döneminde buna benzer şeyler yapmak daha zor. Ama ODTÜ’de yapılabilirdi. Yerden yere, mekandan mekana da değişir. Kocaeli Üniversitesinde bu hiç yapılamazdı sanırım. Kocaeli Dayanışma Akademisindeki arkadaşlar elbetteki bizden başka yöntemler kullanacaklardı gibi düşünüyorum.

Handan: Bana o kadar uzun bir tarih şeyi hatırlattı. 45 sn video hazırlayıp sunma meseleniz hem 1402'liklerle ilgili hem de benim çok uzun bir dönem mualif basında çalışmış ve sürekli kayyum muhabbetiyle sürekli baskı yiyen, yakılan, bombalanan gazeteler için de söylüyorum bunu, atılan, işsiz bırakılan gazeteciler aynı zamanda akademisyelerin gittikleri mekana yeniden bilgi üretme şekillerinde aslında takılı kaldım ben. Yani siz normal koşullarda o üniversiteye başvurdunuz başvurunuz kabul edildi. Derslerinizi verip çıkabilirsiniz ya da katılımcısınız dinleyip çıkabilirsiniz ama siz orada o sayfaya yeni bir şey katmışsınız aslında. Yani durmuyoruz aslında. Onu hissetmek bana çok şey geldi. Hem bir taraftan Kassel Üniversitesinin aksaklıklarını görmek hem websitesini. Normalde bunlar çok dile getirilen şeyler değildi. Yeni oluşumlarda her zaman çok beter şeyler vardır. Aksaklıklar olur. Ama oradan bir ucundan tutup kendi kaderinize mahkum olmadan yeni bir süreç başlatmanız beni çok etkiledi. 

Ali Rıza: Benim yaptığım büyük bir şey değil. Genel olarak etrafımdaki akademisyenlerin yapmaya çalıştığı şeylerden bahsediyorum. Öyle söyleyeyim. Biraz kişisel tecrübelerimden bahsediyorum ama çok benzerlerini başka arkadaşlarım da dillendireceklerdir, tahmin ediyorum.

Duygu:  Üniversitenin dışına çıkmanın aslında bu pedagojik etkilerine dair bir soruyla devam etmek istiyorum.  Üniversite dışına çıkmak aslında sizin pedagojik yaklaşımınızı ne şekilde etkiledi? Daha fazla açmam gerekirse derslerin veya öğrenimin biçimi, içeriği değişti mi? Üniversitedeki hiyerarşi, üniversite dışında da devam etti mi? (ediyor mu?) Eleştirel tartışma ortamına erişme açısından ne gibi farklılıklar oluştu? Yani içerik anlamında sizin bu iki deneyiminizle normal akademideki deneyiminizi kıyaslamanızı istiyoruz.

Serap: Yani hatta hem Samsun'u hem ODTÜ'yü, geriye dönük olarak da kıyaslayabiliriz dördünü.

Ali Rıza: Çok zor bir soru. Örneğin Samsun’la kıyaslamam zor çünkü Samsun’da zaten bana bir ders verdiriyorlardı. Dersin içeriğini kendim biçimlendirebiliyordum. Ancak o ders örneğin kendimi daha uzman hissettiğim, daha fazla odaklandığım siyasal iktisat alanında ya da işte küresel siyasal iktisat alanında ya da Türkiye siyaseti alanında değildi. Siyasal düşünceler tarihi anlattım Samsun’da iki yıl kadar ve o dersi verecek kimse bulunamadığı için verdiler yoksa o dersi de vermek istemezlerdi de. Aristoteles anlatırken nasıl bir yıkıcılık yapıyorsam işte ondan bile çekiniyorlardı anladığım kadarıyla. Siyasal düşünceler tarihi dersinin çok standart bir akışı vardır. Benim yapabildiğim tek şey kendimi biraz daha güvende hisseder hissetmez Batı Siyasal Düşünceler Tarihinden çıkarmaya çalışmak oldu. İslam Siyasal Düşüncesini ve Uzak Doğu Siyasal Düşüncesini bir şekilde eklemeye çalıştım ama tam beceremedim. Zaten ondan sonrasında dersi elimden aldılar. Ocak 2016 sonrasında o seneki dersin ikinci kısmını veremedim hazırlamış olmama rağmen.  Bununla karşılaştırıldığında ADA'da tamamen "ben bunu vermek istiyorum, bunu anlatmak istiyorum, buna odaklanmak istiyorum" demem ya da Off-University’ye zaten o dersi biçimlendirerek başvuruda bulunmam arasında dağlar kadar fark var. Off-University’e de o şekilde başvurdum. ADA'daki arkadaşlara da ben böyle bir alanda çalışıyorum, bu dersi verebilirim ya da semineri organize edebilirim demiştim. Aradaki fark önemli. Aradaki fark insanı daha mutlu kılıyor. Siz kendiniz emek harcadığınız bir alan konusunda katılımcılarla tartışma odaklanma, 7-8 haftalık ya da 12-13 haftalık bir serüvene çıkma şansı elde ediyorsunuz. Bu önemli. Ama Türkiye’deki akademinin garipliği ve bazı kalıplaşmış şeyler nedeniyle bu gerçekleşiyor. Çünkü Off-University’de verdiğim dersi bir zemin olarak York Üniversitesinde verdiğim ders için kullandım. Bana şunu sordular York’ta misafir hoca olarak başlamadan önce. Hangi alanda çalışıyorsun ve ondan sonrasında gelen mesajda kabaca 8-10 ders vardı. Bu dersler içinden kendini en iyi nerede konumlandırıyorsun, hangilerini vermek istersin? Yani bir karşılıklı yazışma oldu. York’ta da dışarlıklıyım ama buna rağmen yine de dikkat ettiler, özen gösterdiler. Çalışma alanıma dair dersler vermemi sağlamaya çalıştılar. Çünkü zaten bu sayede ancak iyi ders verebileceğimin farkındalar. Dolayısıyla Samsun’daki deneyimi Türkiye’deki üniversite evreninin bir sorunu olarak görmek daha yerinde olacaktır. Standart, kalıplaşmış Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi modeli var. Siyasete Giriş ve Sosyolojiye Girişle başlar. İdari Tarih, Türkiye Bürokrasi Tarihi, Siyasal Düşünceler Tarihi, Anayasa Hukuku, Matematik, İktisatla devam eder. Sonrasında da 3. ve 4. sınıftan itibaren Hukuka döner. Vergi Hukuku, İdare Hukuku diye gider. Arada Türkiye Siyaseti sosu eklenir. İşte hocaların müdahalesiyle birlikte Afet Yönetimi girer, Cinsiyet ve Siyaset girer falan. Şimdi bu kalıbı 60 tane Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde görürsünüz Türkiye’de. Dünyadaki en saçma şey ama ısrarla yapılıyor. ADA ya da Off-University’de bu yok.  Sorunun devamı da vardı unuttum.


Serap: Hiyerarşiyi biraz da sorduk. Uygulanan hiyerarşiyi. Yani sınıfta ders anlatan olarak öğrenciye uygulanan ve bir parçası olduğumuz istemeden. Mesela bazı katılımcılarımız sorduğumuz zaman Birarada Derneğinde bir masa etrafında toplanırken ben öğrenci olarak kendimi daha rahat hissediyordum ama bir sınıfta 40 kişi biz bu taraftayız karşıda hoca var daha az rahat hissederek soru soruyordum dedi. Bu tip mekansal örgütlenmeler, karşı karşıya gelme ya da söz hakkı  istemeden soru sorabilme gibi şeyler. Bunlar öğrenci olarak da hoca olarak da bizi kısıtlayan şeyler olabiliyor ya. Ondan biraz bahsedecek olursak.. 

Ali Rıza: Şöyle bir hiyerarşi var. Bilgi kaynaklı bir hiyerarşi oluşuyor ADA ya da Off-University etkinliklerinde, o da şu: o alana dair yaklaşık 15 yıldır çalışıyorum ve karşımda o alana dair bazan sadece 1-2 yıllık bir çalışma yapmış bazen de öncesinde hiç alana dair hazırlık yapmamış bir insan olabiliyor. Bu nedenle ortaya çıkan çok da tasvip etmediğimiz ama kendisini de üreten bir hocam, hocam. Bunu kırmaya çalışıyoruz bence. Off- University’de de ADA'da da çalışıyoruz. Ama bu o kadar kolaylıkla kırılabilecek bir şey değil. Ancak resmi üniversite evreni ile karşılaştırdığımızda elbette ki son derece eşitlikçi, son derece katılımcı bir ortam. 19 Mayıs Üniversitesinde ve hatta bir dönem ODTÜ’de kısa bir süre ders vermiştim orada da böyle bir ortam yoktu. Böyle bir şeyin parçası olmamışım. Zaten kolay değil. Mekansal örgütlenmeden de başlıyor o iş, katılımcı sayısından da başlıyor. ODTÜ’de verdiğim derste 50 kişi vardı sınıfta. Bu 50 kişi bambaşka saiklerle oradaydı. Onlar için zorunlu dersti. Bazıları derste yeterince başarılı olamadıkları için o dersi tekrar alıyorlardı.  Ya da bazıları programlarnı hafifletmek için alıyorlardı. 19 Mayıs Üniversitesinde de zorunlu dersti verdiğim. Sınıfta 60 kişi vardı, ama Off- University’de 10 kişi ile yapıyoruz. 15 kişiyle başlıyoruz zaten.  ADA'da da 8-10 civarında katılımcı sayısı vardı. Katılımcı sayısının azlığı iletişimi kolaylaştırıyor. Off-University’deki katılımcı sayısı ile York’ta pandemi sebebiyle çevrimiçi vermek zorunda kaldığım dersleri karşılaştırayım. York’ta 20 kişiyle zoom bağlantısına girmek açıkçası OFF University’de  8-10 kişiyle girmekten daha zor. Çünkü 20 kişi var. Off'da da York'ta da kimse kamerasını açmaz, zorlayamazsınız, aktif olarak katılımı için öğrencilere ekstradan bir baskı uygulayamazsınız. Mümkün değil, elbette anlıyorum ama sadece sayısı dahi yapacağınız tartışmayı etkiliyor.

Serap: Sayının yanı sıra bu sınav baskısını kıyaslayabilir miyiz? Mesela sonuçta York'takiler o dersi geçmek için alıyorlar ve bir sınava girecekler. Eleştirel tartışmaya girmek yerine bu Freire’nin eleştirdiği böyle sadece hoca etme. O konuda farkı gördünüz mü?

Ali R: O konuda ben muhafazakarım. Örneğin Off-University’de öğrenciler düzenli olarak makale incelemesi yazıp göndermek zorundaydılar. Ve bundan puan alıyorlardı. Kassel Üniversitesindeki öğrenciler resmi olarak not alıyorlardı. Diğer katılımcılar isterlerse sertifika alıyorlardı. Off-University’de aynı zamanda bir sunum yapıyorlardı ve bir final sorusu yanıtlıyorlardı. Mesela bunun öğrencileri tartışmaya daha fazla motive ettiği inancındayım. Eğer bu iyi formüle edilip iyi biçimlendirilirse geçerli.  Yani düşünün küresel Güneydeki kalkınma stratejilerini tartışıyorsunuz. Öğrencinin o hafta için verilmiş olan okumalardan birisini yapmış olması gerek ya da başka bir okumayı yapmış olarak oraya gelmesi gerek ki tartışmanın bir parçası olabilsin. Yoksa biz niye orada toplanalım. Ama mesela ADA'daki seminerde bütün iyi niyetlere rağmen arkadaşlarımız herhangi bir okuma yapmaksızın gelebiliyorlardı. Hazırdan yiyebiliyorlardı gayet. O tartışmanın bir parçası olabiliyorlar, ama o tartışmanın seviyesi farklılaşıyor. Benim gönderdiğim taslağı okumadan ya da ekstradan finansal içerilme üzerine bir şey okumaksızın oraya gelindiğinde biz daha genel, Türkiye siyasetindeki bazı gelişmelere kaymaya başlıyoruz. Türkiye'de gayrimenkul sertifikası çıkarılmasına dair habere kaymaya başlıyoruz. Tartışmanın seviyesini korumak için bazı kademeler gerekli. Sınav gerekli. Ama bunun öğrenciler ya da katılımcılar üzerinde bir baskı oluşturmayacak şekilde onların bildiklerini paylaşmasını simgeler bir şekilde düzenlenmesi gerekli. Eğer bu sağlanırsa tartışmanın seviyesi artıyor. Ben bir şeyler kazanıyorum, onlar bir şeyler kazanıyor, hepimiz daha fazla kazanıyoruz. Bunu sağlamak gerekli diye düşünüyorum. ADA'da ilk başlardaki seminerlerde benim görebildiğim eksiklik bu olabilir ya da çeşitli dayanışma akademilerinin etkinliklerinde böyle bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bizim ölçme değerlendirme, ama bunu öğrenci/katılımcı dostu bir şekilde yapabilmemiz lazım.

Serap: Baya bir provakatif bir argüman bunu diğer hocalara da sorup onların da ne düşündüğünü öğrenmek isterim. Son üç sorumuzdan birini yanıtladın aslında. Nasıl yapalım Duygu?

Duygu: Evet bence de son iki soruyla devam edelim. İçinde bulunduğunuz oluşumla daha önceki akademi deneyiminizi kıyaslasanız, üniversitede sınavla gelen belli bir homojen gruba ders verirken -belli bir puan aralığındaki öğrencilere ders veriyorsunuz- bahsettiğimiz oluşumlarda ise üniversite öğrencileri olsa da içerisinde olmayanları da kapsayan oluşumlar. Dolayısıyla siz bu ikisi arasında ders verirken nasıl bir deneyim yaşadınız?  Olumlu ya da olumsuz yaşadığınız deneyimleri bizimle paylaşır mısınız?

Ali Rıza: ADA ya da Off-University söz konusu olduğunda, aktif bir şey yapması gerekiyor katılımcının. Ben bununla ilgileniyorumun ötesinde bir şey yapıp orada bulunması gerekiyor. Sonrasındaki iletişim ayrı mesela. İlk başta “burada olmak istiyorum”u aktif bir şekilde beyan etmesi gerekiyor. Bunun yarattığı bir avantaj var. 19 Mayıs Üniversitesinde adliyede katip olmak, ya da polis memuru olmak ideali bulunan ve bunun için Kamu Yönetimi derecesi alması gereken insanlara bir şeyler anlatmaya çalıştığımda onların yeterince ilgi gösteremeyebileceğini anlıyorum. Bunu zaman içinde öğrendim. ADA'da bir yandan “Ali Rıza Hoca bir şeyler anlatacakmış hadi gidip dinleyelim” meselesi var ama öte yandan da aynı insanda ya da başka katılımcılarda "ya bu borçlanma meselesi ilginç bu konuda bir seminere katılalım, biz de bir şeyler okuyalım tartışalım" diye bir istek de var. Söz konusu farklılık önemli. Zaman zaman birbirleriyle çelişen hususlardan bahsediyor olabilirim ama sorunun giriftliği nedeniyle böyle bir şey ortaya çıkıyor.

Duygu: Daha spesifikleştireyim. Katılımcı olarak da cevaplayabilirsiniz. Gelen öğrenciler arasında lise mezunu da olabilir. Mesela Off-Uni deneyiminde belki verdiğiniz okul açısından dil kapsayıcılığı var ve orada dil açısından doğal bir eleyicilik oluyor. Veya ADA'ya kulaktan duyup gelenlerden birisi orada o dersi alacak yetkinlikte birisi değildi belki. Aslında sınıftaki homojenliği kıyaslayarak gelen katılımcıların birisi belki doktorası var birisi üniversiteden çok önce mezun olmuş, iş hayatına atılmış veya geliyor ya da işçi de olabilir. O profiller arasında sınıf içinde homojen olmamanın olumlu-olumsuz deneyimleri oldu mu sizin açınızdan?

Ali Rıza: Anladım. Çok fazla olmadı. Çok az sayıda katılımcı olması nedeniyle ortaya çıkmış bir durum olabilir. ADA'da öğrenciler içinde lisans öğrencileri, yüksek lisans öğrencileri, doktora öğrencileri, doktorasını bitirmiş olanlar vardı. Hakikaten 8-10 kişiden bahsediyorum. Ama bu 4 ayrı kategori vardı. Bunların hepsi aynı zamanda Sosyal Bilimlerde okumuş ya da okuyorlardı. Off-University’de Kassel Üniversitesi ile yapılan işbirliğinin homojenleştirici bir yanı vardı. Kassel Üniversitesinin programında yer aldığı için o dersi bir ikinci sınıf ya da üçüncü sınıf dersi olarak değil, zor bir dördüncü sınıf dersi ya da yüksek lisans dersi olarak tasarlamak zorundaydım. Bu nedenle orada bir homojenleştirici etki var. ADA'da böyle bir şey söz konusu değildi. Katılım açıktı. Bir lise mezunu da katılım gösterebilirdi. Biraz istekli olması durumunda herhangi bir şekilde eğitimle ilgisi olmayan insan da katılım gösterebilirdi. Benim tartışmayı o şekilde yürütmem, yönetmem, yeni bir ortalama yaratmaya çalışmam, yeni bir sohbet, tartışma, öğrenme ortamı yaratmaya çalışmam gerekirdi eğer böyle bir katılımcı olsaydı. Ancak öyle bir şey olmadı. Deneyimim o nedenle sınırlı. ADA çevrimiçi ortama geçtikten sonra durum değişmiş olabilir. En azından ilk dönemde bahsettiğim ilişkiler, komünite yapısı nedeniyle gevşek bağlarla birbirine bağlanmış birbirini tanıyan insanlar olması nedeniyle açıkçası diğer etkinliklerde de fazla heterojen bir kitlenin olmadığını düşünüyorum.

Serap: Bu bizi şu soruya geri getiriyor. Biz aslında homojen olmamasını, sınırların ötesine geçmesini umuyoruz ama aslında değil çünkü katılımcılara ulaşma yöntemlerimiz de belli. Mesela sendikanın hesabında paylaştığımız zaman yine belli bir kesime hitap ediyoruz ya da ADA'nın facebook hesabında paylaştığımız zaman yine belli bir kesime. Bizim Birarada'da yaptığımız okuma grubunda da mesela doktorlar vardı. Şimdi tabip işini yapıyor. Yıllar önce fakülteden mezun olmuş ama doktor sonuçta okumuş belli bir noktaya kadar. Yani işçi var mıydı yoktuysa da neden yoktu? Burada bizim amacımız ulaşmak mıydı? Bunu gaye olarak önümüze koyduk mu? Koymadıysak neden koymadık? Bunu niye bu açıdan da düşünmedik diye sadece ortaya atmak istediğim sorular.

Ali Rıza: Farklı kesimlere ulaşmaya çalışmak lazım ancak bunu bir takıntı haline getirmemek lazım. Siyaset Bilimi doktorası yapan bir insan eğer farklı katılımcılar söz konusu olursa Mühendislik bölümünde okuyan insanlar ya da Sosyal Bilim bölümlerinde okumayan insanların katıldığı ya da daha öncesinde o alana dair herhangi bir çalışma yapmayan insanların katıldığı bir etkinlik olursa o etkinliğe gelmemeye başlar zaten. Şimdi bunu görmek lazım.  Heterojenlik isteği olumlu bir istek ama bu isteği mutlaklaştırmak başka bir sürü kesimin, başka bir sürü insanın o etkinliklere katılmasını engelleyecek bir şey yaratır. Burada belirli bir zemin yok. Bence katılımcılara ve seminer örgütleyicilerine iş düşüyor. Elden geldiğince, seminer öncesinde başlamak gerekiyor. Seminer öncesinde katılımcılara ne bekliyorsunuz, ne istiyorsunuz diye sormak gerekiyor. İletişim gerekiyor ve bunun üzerine bina ederek biçimlendirmeye çalışmak gerekiyor. Bir de açık olmak gerekiyor. Beş hafta boyunca bunu bunu anlatmak istiyorum, sizden aldığım bildirimler nedeniyle de şunlara önem vermek gerektiğini düşünüyorum. Şöyle bir formatta yürüteceğiz, böyle bir tartışma yapmaya çalışacağız, şöyle bir değerlendirme sürecimiz olacak. Uygun mudur? Ya da ne eklemek istersiniz, ne katmak istersiniz, ne çıkarmak istersiniz? Buna benzer bir şey ilk haftalarda söz konusu olursa eğer heterojenliği korumak mümkün olabilir ya da bir uzlaşı zemini yaratarak birlikte yürümek mümkün olabilir. Bu olmazsa çok farklı kesimlere sürekli ulaşma çabası söz konusu olursa eğer, örneğin ADA için söylüyorum, çok sayıda seminere katılan Sosyal Bilim öğrencilerini de kaybetmeye başlarsınız. Çünkü başka türlü bir şeye evrilir, evrilebilir, evrilmesi de gerekebilir. Türkiye'de Özgür Üniversite benzeri oluşumlar var. Bu alanda çok birikim edinmiş olanlar var. ADA'nın kendisini lisans, yüksek lisans, doktora öğrencilerinden sıyırması yani onun ötesine geçmesi gerekiyor. Bütün dayanışma akademileri için de öyle, kent yaşamının bir parçası olmak demek üniversite öğrencilerinin ötesine geçmek demektir. Kamusal yaşama katkıda bulunmak demek başka mekanizmalar yaratmak demektir. Ancak bunu yaparken şunu unutmayalım. Bu insanlar üniversiteden atıldıkları için, orada ders veremedikleri için, oradaki tartışmalara dahil olamadıkları için bir alternatif yaratmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla onu yapacağız derken üniversite öğrencilerini bırakmayalım yani. Bir kaynak meselesi. Gücümüzü nereye nasıl harcayabileceğimiz meselesi. Bir reçetemiz yok. Bir uzlaşı zemini bulmaya çalışmak lazım ve bunu katılımcılarla demokratik bir şekilde yapmaya çalışmak lazım diye düşünüyorum.

Handan: Özgür Üniversite 92-94'lerden 2017'lere geldiğimiz için Özgür Üni deneyiminden yola çıkarak şunu söyleme ihtiyacı hissettim şimdi bilgiye erişmesi gereken master, doktora, lisans öğrencileri mi? Ya da Kooperatif kurulurken hedef kitle olarak bu derslere bu bilgiye kimlerin erişmesini tartışmış mıydınız? Bu bir bütün olarak ODTÜ'ye asılmayan afişleri de belirliyor, sosyal medya üzerinden yapılan ,Sendika 5 Nolu şubeden yapılan çağrıları da belirliyor, yani üniversitenin kendi ekseninden biraz çıkıp da halka ulaşmasına gelmeye çalışıyorum. Bu bilgiye herkesin erişebilmesini kolaylaştırmak için belirlenen araç ne onu merak ettim.

Serap: Bu soruyu şöyle yükseltmek istiyorum. Böyle birşey tartışıldı mı hiç? Belki de hiç tartışılmadı. Orada veremiyorduk burada verelim arkadaşları dışarıya çağıralıma mı geldi?

Ali Rıza: Böyle bir şey tartışıldı ADA'nın kuruluş sürecinde. Burada bir önceliklendirme yapmak uygun değil ama insanların deneyimi nedeniyle kopartıldıkları akademik ortama erişmek ya da bir benzerini yaratmak kaygıları nedeniyle öncelik elbetteki üniversite öğrencileri oldu. ”Evet arkadaşlar bütün öğrencilerimiz üniversite öğrencileridir” gibi bir uzlaşı ortaya çıkmadı. Ama iki nokta var. O travmayı atlatmanın yolu, o ortamın bir benzerini inşa etmeye çalışmak. İkincisi de kapasite sorunu. Ankara’da işinden atılmış 100 civarında akademisyen vardı, ADA’ya ilk başta katılabilecek. İlk toplantılara 30-35 kişi katılmıştır. Sonrasında sayı düştü. ADA'da herkes bir seminer vereyim bir etkinlik yapayım diyince Ankara'da birden canlanma oldu 2017 yılında. Ama açıkçası kapasitemiz nedir? Bir dönemde 6-7 tane seminer ya da ders örgütleyebilecek olan, birkaç tane panel, birkaç tane atölye çalışması örgütleyebilecek olan bir topluluğuz, kapasitemiz belli. Bunu nereye sevk etmemiz lazım? Eğer ADA kurumsallaşmasını tamamlarsa, ya da kurumsallaşmasını tamamlamasının bir yolu olarak bunu önüne koymalı: daha başka kitlelere ulaşmak, üniversite öğrencisileriyle kendisini sınırlandırmamak. Ancak halihazırda daha ötesini yapamıyor. Dolayısıyla bu noktalara geliyoruz. Tuzluçayır'a gidip afiş asamamayı değil ODTÜ’ye, Ankara Üniversitesi’ne gidip afiş asılmamasını dert ediyorum, ancak bu derdim o an için geçerli. Burada bir önceliklendirmeden bahsetmek istediğimi anlatabildim mi? Ancak, bunun nasıl yapılabileceğinin tartışılması gerekiyor. Dilimizi, öğretme, öğrenme şeklimizi, farklı kitlelerle birlikte nasıl yeniden inşa edebilirizi önümüze koymamız gerekiyor. Umut ediyorum ki dayanışma akademileri bunun nüvelerini içinde barındırıyordur ve önümüzdeki yıllarda bunun gereğini yaparlar. En azından benim ve dayanışma akademisindeki hocalarımızın niyeti buydu. Ancak pek kolay bir şeyden bahsetmiyoruz. Bu bir kaygı zaten. Biz üniversitedeyken de kaygımız buydu. Dolayısıyla bu konuşuldu. Bunun konuşulmadığı bir durum söz konusu değil, ne yapabiliriz, nasıl yapabiliriz konuşuldu.

Duygu: Son sorumuz da bu konuştuklarımızla alakalı bir şey olacak.  Öğrencilerle ilişkilenme açısından, akademi dışı oluşumlara "dışarıda kalanlar" diyebileceğimiz, dahil olmak isteyip de olamayanlar, fırsat bulamayanlar gibi grupların katılabilmesi açısından, onların bilgiye erişim sağlayabilmeleri anlamında nasıl değerlendirirsiniz? Bir de sizin açınızdan Samsun'da ders veriliyordu ya da bir üniversitede müfredatın belirlendiği ya da baskıyla kısıtlılıklar oluştuğu ortamla akademi dışı bu oluşumlarda kendinizin belirleyebildiği durum var bu ikisi arasında akademik özgürleşme anlamında etkisi nasıl olabilir uzun erimli olarak sizce?

Ali Rıza: Eğer kolektif bir çaba olmazsa akademik özgürleşme anlamında etkisi katkısı son derece sınırlı olacaktır. Benim ya da başka akademisyenlerin şu alanda ders vermek istiyoruz, bu alandaki çalışmalarımızı paylaşmak istiyoruz dememiz son derece güzel. Dayanışma akademilerinin bu ortamı sağlaması son derece güzel. Ama bunun bir program dahilinde ve nereye uzanacağının bilinerek gerçekleşmesi gerekiyor. Örneğin kitaplık komisyonu iyi bir şeydir. Seminerler örgütlenecek,  8-10 kişi, 20 kişi seminerlere katılacak burada bir tartışma gerçekleşecek, taslaklar daha sonrasında istenirse eğer katılımcılarla paylaşılacak, kitaplık komisyonuna o çalışma bir kitaba dönüştürülerek sunulacak, editörlük faaliyeti yürütülecek ve Türkiye kamuoyu ile paylaşılacak bir kitap ortaya çıkacak. Bu tarz bir şey olmazsa eğer suya yazılan yazıdır bizim düzenlediğimiz seminerler, etkinlikler ve maalesef dayanışma akademilerinin çok sayıda etkinliğinde bu sorun görülebilir. Maalesef bir hocamızın çok önemli bir alanda, örneğin kültürel çalışmalar alanındaki tartışmasını seminer olarak orada sunması ve tartışması yeterli değil. Yöntemlerden birisi yazılı metinler ortaya çıkartacak şekilde ya da çeşitli izler bırakacak şekilde bunu düzenlemek. Başka bir yöntem de şu: dayanışma akademilerinin bu etkinlikleri bir programa bağlaması. ADA bunu yapmaya çalışıyor, yapıyor. Örneğin kültürel çalışmalar programı oluşturmaya çalışıyor. Türkiye Siyaseti Programı oluşturulabilir belki. Küresel Güney Programı oluşturulabilir. Dolayısıyla bir insan dayanışma akademisinin programlarına iki yıl boyunca o akışı takip ederek katılabilir. Bir öğrenci ya da bu alanda daha fazla bilgi edinmek isteyen katılımcı diye düşünüyorum. Tartışmak, paylaşmak önemli. Bilgi dediğimiz kolektif bir emek ürünü ama nereye varacak? Hedef nedir? Bunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Dayanışma akademileri halen emekleme aşamasındalar. Fakat bunu gerçekleştirebilecek potansiyele sahipler. Off-University bağlamında değerlendirme biraz daha farklı. Off-University’ye böyle bir kaygıyla değil, ders verebilme şansına erişebilmek ancak aynı zamanda maddi olarak hayatta kalabileceğim bir geliri elde etmek amacıyla başvurmuştum. Almanya’daki ya da çeşitli öğrencilerimin bulunduğu ülkelerdeki kamusal tartışmaya dair somut bir katkı ortaya koymak gibi bir niyetim yoktu. En iyi verebileceğim şekilde dersi vermek, en iyi yapabileceğim şekilde o dersi yürütmek, mümkün olduğunca o insiyatifin varlığını sürdürmesini sağlayacak bir pozitiflik yaratmak idi. Bunun ötesinde bir amacım yoktu Off-University’ye başvururken. Ama ADA'nın bir parçası olmaya çalışırken, dayanışma akademilerinin etkinliklerinin bir parçası olmaya çalışırken böyle bir amaç var.

Serap: Çok teşekkürler.

 

 

 

 

Comments
0
comment
No comments here
Why not start the discussion?