Skip to main content
SearchLoginLogin or Signup

Cumartesi Anneleri Hareketinde Annelik Mefhumunun Rolünü Anlamak[1]

Bu yazı 'Barış ve savaşın toplumsal cinsiyetlendirilmiş yönlerine' odaklanan bir blog serisinin parçasıdır.

Published onOct 20, 2022
Cumartesi Anneleri Hareketinde Annelik Mefhumunun Rolünü Anlamak[1]

Cumartesi Anneleri Hareketinde Annelik Mefhumunun Rolünü Anlamak[1]

Nisan ALICI

Türkçesi: Meral Camcı

Modern Türkiye tarihine çok çeşitli zulümler, askeri darbeler ve yaygın insan hakları ihlalleri damgasını vurdu. Gelgelelim, devletin insan hakları ihlallerine karşı resmi tutum alışına uzun süredir devam eden cezasızlık ve inkǎr politikaları egemen oldu ve bu da hakikat, adalet ve hesap verebilirlik açısından yetersizliklere yol açtı. Zorla kaybetmeler ve yargısız infazlar, 1990'larda olağanüstü hal rejimi altında (1984 ile 2012 arasında) Kürt bölgesindeki en yaygın insan hakları ihlalleri arasındaydı. Bu çerçevede Cumartesi Anneleri/İnsanları, Kürt çatışması sırasında devlet şiddetinin en sistemli uygulamalarından biri olan zorla kaybetmelere karşı kayıp ailelerinin yanı sıra başta çoğunlukla kadınların ve feminist aktivistlerin de önerisiyle, 1995 yılında İstanbul'da harekete geçmeye başladı.[2] Cumartesi Anneleri hareketi giderek hakikati, adaleti, hesap verebilirliği ve tanınmayı arayan ve talep eden geniş bir toplumsal harekete evrildi. Bu blog yazımda, özellikle bu hareketi tanımlamak için kullanılan Cumartesi İnsanları ve Cumartesi Anneleri şeklindeki iki farklı adlandırma arasındaki gerilimi incelemek suretiyle harekette anneliğin rolüne odaklanıyorum.

Hareketin Başlangıcı

17 Mayıs 1995'te ailesi ve İnsan Hakları Derneği (İHD), 55 günlük bir aramanın ardından Hasan Ocak'ın işkence görmüş cesedini isimsiz bir mezarda buldu. Aileler ile çoğunluğu kadın ve/ya feminist olan insan hakları aktivistleri, gözaltındaki kayıp şahısların bulunması ve sorumluların yargılanması için düzenli aralıklarla sessiz eylemlerde toplanma çağrısı yaptı. 27 Mayıs 1995'te İstanbul'daki Galatasaray Meydanı'nda sessiz oturma eylemlerine başladılar. Bu ilk oturma eylemi, hakikat ve adalet talebiyle onlarca yıl sürecek olan bir insan hakları hareketinin başlangıcı oldu.

Cumartesi Anneleri hareketi, 1990'ların canlı siyasi hareketleri bağlamında ortaya çıktı. 1980 askeri darbesinin ardından cezaevlerinde işlenen insan hakları suçlarına karşı kampanya yürüten daha geniş bir insan hakları hareketi vardı. Kayıp ailelerinin yanında oturma eylemlerine katılan aktivistler, başta Kürtlere yönelik artan baskı olmak üzere ülkede ırkçılık ve milliyetçiliğe karşı “Arkadaşıma Dokunma” kampanyasına halihazırda katılmış bulunmaktaydı. [3] Öncelikle “Arkadaşıma Dokunma” kampanyasından bir grup kadın, oturma eylemlerinde oldukça zayıf okunan basın açıklamalarını İHD’nin Gözaltında Zorla Kaybetmelerle Mücadele Komisyonu ile koordineli olarak kaleme aldı. Aynı grup, her oturma eyleminin ardından o haftaki toplantıyı değerlendirmek ve bir sonraki haftanın gündemini belirlemek için toplantılar yaptı. [4]

İnsandan Anneye, Anneden İnsana

Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları isimleri kimi zaman birbirinin yerine kimi zaman birlikte Cumartesi Anneleri/İnsanları olarak kullanılmıştır. Bulgularım Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları adlarının kullanımında gizli bir gerilim olduğunu gösteriyor. Bu gerilim, Cumartesi Anneleri hareketinin içeriden ve dışarıdan algılanılmasına bağlı olarak harekette toplumsal cinsiyetin rolünü yansıtıyor. Anneler ön saflarda yer aldılar ve hızla grubun simgesi olmaya başladılar. Ancak grubun cinsiyetlendirilmiş boyutlarına işaret eden sadece anneler değildi. Daha önce de belirttiğim gibi, ailelerle birlikte kayıplar için bir hareket başlatmaya karar veren ana grubu feminist aktivistler ve kadın insan hakları savunucuları oluşturmaktaydı. Feminist aktivistlerin kendilerini Cumartesi İnsanları olarak tanımlama eğiliminin aksine, Cumartesi Anneleri adı hareketle ilişkilendirilmeye başlandı. Bu durum hem medya hem de halk tarafından teşvik edilmiş olmakla birlikte hareketin içindeki aktivistler tarafından da giderek daha fazla kabul gördü.

İlk grup eylemciler oturma eylemlerini başlatmak için bir araya geldiğinde, toplanmalara katılan bireylerin çeşitliliğini yansıtmak için Cumartesi İnsanları olarak tanımlanmak istediler. Anne, eş ya da sadece kadın akraba olarak değil, bir grup insan hakları savunucusu, feminist, sol aktivist ve kayıp yakınları olarak bir araya gelmişlerdi. Başlangıç noktası, kayıplardan endişe duyan ve bu olguya topluca tepki vermek isteyen farklılıklar taşıyan bir grup insan tarafından gerçekleştirilen acil bir eylemdi. Annelik hızla hareketin özü haline geldi, ancak hareket ortak bir annelik deneyiminden kaynaklanmadı. Yine de hareket içinde mobilize olanlar de dahil olmak üzere pek çok kişi Cumartesi Anneleri hareketinin ortak bir annelik deneyimi etrafında ortaya çıktığına ve en başından itibaren Cumartesi Anneleri olarak adlandırıldığına inanıyor. Bugün Cumartesi İnsanları’na dahil olan aktivistler arasında, protestoların daha geniş bir ağa yayılması ve yeni destekçileri çekmesi nedeniyle giderek ve organik olarak daha popüler hale geldiğine dair ortak bir anlayış var. Bu algı, özellikle feminist katılımcıların bunu bir anne hareketi olarak öngörmemeleri ve Cumartesi İnsanları adını kullanmakta ısrar etmeleri nedeniyle ilginçtir.[5] Bu tutum yeni kazanılan bir çeşitliliği yansıtmak amacıyla değil, yalnızca annelikle ilişkilendirilmekten kaçınmak amacıyla alınmıştı. Ayrıca, hareketin çeşitliliği başından beri her zaman oradaydı ve “insan” kullanımı, zaten var olan bu çeşitliliği yansıtmak amacıyla bilinçli bir seçimdi.

Anneliğin Rolü

Cumartesi Anneleri tanımlaması öncelikle basının gruba atfettiği bir tanımlamadır ve daha sonra hareketin içindeki ve dışındaki birçok kişi tarafından hızla benimsenmiştir.[6] Galatasaray oturma eylemlerinin ilk yılının sonlarına doğru, bu toplanmalar Türkiye'de ve dünyada Cumartesi Anneleri olarak anılmaya başlamıştı. Eylemcilerin oturma eylemlerinin sonunda yaptığı basın açıklamasında Cumartesi İnsanları imzasını kullanma çabalarına rağmen bu durum gerçekleşti. [7]Bu, en azından bir dereceye kadar, çocuklarını arayan anneler imajının güçlü çağrışımlarından ve Plaza de Mayo Anneleri[8] gibi uluslararası alanda iyi bilinen deneyimlerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle anneliğe yapılan vurgu büyük ölçüde dışarıdan atfedilmiştir.

Farklı çevrelerden müteşekkil bir grup olduğu ve bir “anneler” hareketiyle sınırlı olmadığı yönündeki ilk iddialara rağmen, annelik mefhumu harekete verilen desteğin artmasında merkezi bir rol oynamış gibi görünüyor. Bulgularım, hareketin öncelikle annelik temelli bir hareket olarak ortaya çıktığı konusunda aktivistler arasında da ortak bir anlayış olduğunu gösteriyor. Öncelikli olarak annelerin deneyimlerine dayanan mağduriyet anlayışını sürdürme dürtüsü, hareketin özünün çocukları için kendi doğrularını ve adaleti arayan annelerce oluşturulduğu düşüncesinden kaynaklanıyor. Bu anlayış, doğal olarak, iyi odaklı bir harekete ilginin azalmasına yol açabilecek, annelerin deneyimlerinden daha geniş bir kapsama geçmekten duyulan çekinceyi ifade etmektedir. Annelerin aynı zamanda hareketin içinde de halkın kolaylıkla empati kurabileceği masum kurbanlar olarak görüldüğü anlamına gelebilir.

Cumartesi Anneleri hareketi, farklı kuşaklardan kayıpların kadın ve erkek akrabaları, hukukçular, insan hakları savunucuları, politikacılar ve farklı geçmişlere sahip aktivistler gibi çeşitli aktörlerden oluşuyor. Kadınlar, anneler, kız kardeşler, kız evlatlar ve aktivistler sıfatıyla hareketin ön saflarında yer aldılar. Ancak bunlar içinde annelik, Cumartesi Anneleri hareketini temsil eden anahtar kimlik olageldi. Gerçekten de kaybedilenlerin anneleri itici bir güç oldu, ancak anneliğin en merkezi ve görünür bileşen olmasının tek nedeni bu değil. Annelerin toplumca masum kurbanlar olarak görülmesi, annelik kategorisinin vurgulanarak meşruiyet, görünürlük ve güvenilirlik kazanmayı kolaylaştırdı. Cumartesi Anneleri terimi, annelik kimliğinden yola çıkarak hedeflenene ulaşmak açısından verimli bir araçsallık sağladı. Annelerin çocuklarını arayan masum kurbanlar olduğu fikri, toplumdan gelen tepkilere bağlı olarak zamanla ağırlık kazandı ve annelik, hareketin ilerleyen yıllarını şekillendiren anahtar mefhum oldu. [9]

Annelik genellikle siyasetler üstü bir mefhum olarak görüldüğünden, annelerin çektiği acılarla toplumun ilişkilenmesi ve bu acıların toplumsal vurgu kazanması kolaydır. Karaman, annelerin siyasi tarafsızlığa sahip olduklarının varsayıldığını ve bu varsayımın onların kamusal tartışma mecralarına erişim kazanmalarına yardımcı olduğunu savunuyor.[10] Özellikle Türkiye, Şili, Arjantin gibi muhalefetin şiddet yoluyla ezildiği ülkelerde, varsayılan siyasi tarafsızlık, annelere öfkelerini ve acılarını toplum içinde paylaşma konusunda belli oranda bir kolaylık sağlıyor.

Bununla birlikte, annelik etiketinin grup açısından olabildiğince yararlı görülmesine dair sorun üç yönlüdür. İlk olarak, annelik kategorisine yapılan vurgu, kimlikleri veya deneyimleri daha az meşru kabul edilebilecek diğer mağdurları susturma riskini taşır. Genel eğilim, anneleri siyaseten tarafsız, acıları meşru ve ilişkilendirilebilir masum kurbanlar olarak görmektir. [11] Ancak bu eğilim, duyulmayı, görülmeyi ve ciddiye alınmayı hak eden ideal mağdurlar ile ideal mağdur algılarına uymadıkları için talepleri görünmez kılınabilen diğer mağdurlar arasında ikilik yaratma riskini taşır. Çatışma ve çatışma sonrası toplumlarda, mağduriyet kategorisi genellikle masumiyet, suçsuzluk ve ahlaki saflıkla ilişkilendirilir. Bu nedenle masum mağdurlar hak ve destek hakkına sahip kabul edilir. Bazı mağdurları masum veya meşru olarak tanımak, mağdur kategorileri içinde hiyerarşiler oluşturmak ve nihayetinde meşru mağdurlar olarak kabul edilmeyenleri dışlamak anlamına gelir. Breen-Smyth, diğerlerinin yanı sıra medyanın kimin meşru kurban olduğuna ve dolayısıyla kimin acısının yasının tutulması gerektiğine karar verdiğini savunuyor. [12] Cumartesi Anneleri vakasında da medya, hareketi annelik kimliğine indirgeyerek çeşitli aktörlerin bu toplumsal hareket içindeki yerini imlemede kilit bir aktör olmuştur ve böylece annelerin meşru kurbanlar olduğu ve kayıplarının yasının tutulabileceği anlayışını geliştirmiştir.[13] Üçüncüsü, anneliğe odaklanmak, ihlalleri siyasi bağlamından koparma riskini taşır ve bireysel acılara indirger.

Cumartesi Anneleri hareketi, yaşadıkları mağduriyet deneyimlerini politikleştirerek Türkiye'nin en uzun soluklu ve en görünür toplumsal hareketlerinden birini inşa etti. Sürekli polis şiddetine, kriminalize etme çabalarına ve devam eden çatışmaya rağmen, zorla kaybetmelerin durduğu ve faillerin yargılandığı bir ülke elde etmek için çalıştılar. Anneleri merkeze koyan ısrarlı bir mücadele ile hakikat, adalet ve hafızalaştırma kavramlarının görünürlük ve farklı toplumsal aktörlerden destek kazandığı bir kamusal alan inşa ettiler.



[1] Bu blog yazısı, doktora araştırmamın bulgularına dayanmaktadır. Bkz.: Alici, N. (2022) Imagining Transitional Justice in the Ongoing Kurdish Conflict: A Victim-Centred Analysis, Thesis (PhD), Ulster University. 

[2] Kürt çatışmasında en sistematik insan hakları ihlallerinden biri olarak zorla kaybetmelerin cinsiyetçi veçheleriyle ilgili bir önceki blog yazıma bakınız: Insert link here when it is available. 

[3] Bu slogan ilk olarak 1980'lerin başında Belçika, Fransa, Hollanda ve Almanya'da ırkçılık karşıtı hareketlerde kullanıldı. Aynı slogan daha sonra Türkiye'de farklı siyasi kampanyalarda kullanıldı.

[4] Karakuş, F. (2021) 27 Mayıs 1995: Cumartesi İnsanları/Anneleri Galatasaray’da! Çevrimiçi: https://www.catlakzemin.com/27-mayis-1995-cumartesi-insanlari-anneleri-galatasarayda/ [Erişim tarihi: 15 Ağustos 2021]. 

[5] Göral, Ö. (2021) Memory as experience in times of perpetual violence: the challenge of Saturday Mothers vis-à-vis cultural aphasia. Kurdish Studies, 9(1), 77-95. 

[6]  Pişkin, T. (2018) Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın devletin "gücüyle" 700 haftalık imtihanı. Çevrimiçi: https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/200259-cumartesi-anneleri-insanlari- nin-devletin-gucuyle-700-haftalik-imtihani [Erişim tarihi 17 Mayıs 2021]. 

[7] Yukarıda adı geçen yayın, N. 4

[8] Can, B. (2014) State-Making, Evidence-Making, and Claim-Making: The Cases of Torture and Enforced Disappearances in Post-1980 Turkey. Tez (PhD), University of Pennsylvania. 

 

[9] Annelerin masum kurbanlar olarak algılanması, onların geleneksel annelik anlayışlarını değiştirmedikleri ve özel ve kamusal alan arasındaki varsayılan ayrıma meydan okumadıkları anlamına gelmez. Bir siyasi faillik biçimi olarak anneliğin inşasının kapsamlı bir analizi için bkz. Karaman, E. R. (2016) Remember, s/he was here once: Mothers call for justice and peace in Turkey. Journal of Middle East Women’s Studies, 12(3), 382–410. 

[10] Yukarıda adı geçen yayın, N.9

[11] Mağduriyet, masum kurbanlar ve ideal kurbanlara dair ikiliğe ilişkin ayrıntılı analizler için bkz. Christie, N. (1986) The ideal victim. In: Ezzat A. Fattah, ed. From crime policy to victim policy. New York: Palgrave, 17-30.; Bouris, E. (2007) Complex Political Victims. Bloomfield: Kumarian Press.; Moffett, L. (2016). Reparations for ‘guilty victims’: Navigating complex identities of victim- perpetrators in reparation mechanisms. International Journal of Transitional Justice, 10(1), 146-167.; Hearty, K. (2018) Victims of human rights abuses in transitional justice: Hierarchies, perpetrators and the struggle for peace. International Journal of Human Rights, (7), 888.

[12] Breen-Smyth, M. (2009) Hierarchies of pain and responsibility: Victims and war by other means in Northern Ireland. Tripodos, 25, 27-40.

[13] Yası tutulabilirlik kavramı hakkında ayrıntılı bir tartışma için bkz. Butler, Judith P. Frames of war: When is life grievable? Verso Books, 2009. 

 

Comments
0
comment
No comments here
Why not start the discussion?